Önemsiz Tablo

1

-Biraz önce kalbimin tam yanından geçti. Yani işte şu çizdiğin tablo; tam olarak solumdan geçti. Bana çarpsaydı can çekişebilirdim.

Ona olan mesafe uzaklığım çok fazla yoktu. Tam burnunun kemiğine çok sağlam yumruk atmak istiyordum. Sanki bu yumruğu atsam bütün öfkemi, huysuzluğumu, derdimi, tasamı, borcumu, harcımı bu saydıklarımın hepsini yüzünde patlatıp rahatlayacak, sanatımın amacına ulaşmış gibi hissedecektim. Ama söylediği son kelimeye kadar onu dinlemeye devam ediyordum. Tabi bunu yaparken bazı şeyler de duyuyordum. Mesela sergide çalan sürekli bir müzik, fuaye alanında topuklu kadınların sivriliğini, perdenin rüzgarın sevişmesiyle çıkardığı orgazm sesini, sürekli güvenlik telsiz sesleri, çay çekmeleri, tuvalet sifonları, kalabalık uğultuları… Bazı şeyler söylerken; bazı sesler onunkiyle birleşiyor ve ortaya çirkin sesler orkestrası çıkıyordu. En yüksek desibelden beynimin ta karmaşık koridorlarını birbirine katıyorlardı. Sonra bir an durdu. Bana uzun uzun bakmaya başladı. Ben de etrafı susturup ona odaklanınca benden bir cevap beklediğini anladım. Cevap vermeyince de konuşmaya, dırdıra devam etti. Sesler çoğaldı. Önemsiz birkaç desibel gözümü seğirtti. Sonra fuaye alanın en güzel yerine oturdu. O oraya oturunca birden kendimi buranın en önemsiz adamı gibi hissettim. Bir bok çuvalı gibi kenarda bekliyordum. Girip çıkanlar benim önemsiz biri olduğumu, öylesine burada duran bir adam gibi düşünüp eserlerim hakkında uzun uzun tartışıp çıkıyorlardı. Ben hala öylesine yaratılmış bir insan gibiydim ama önemliydim.

Sergi alanından çıktığımda gökyüzü yağıyordu. Buharlaşarak girdiğim kafede sıraya girerken benim kadar önemli bir insanın burada ne işi var? Sorusunu beynimde havai fişek misali patlattım. Benim 50 km. ileride kimsenin aklı eremeyeceği sanat tablolarım dururken, benim burada ne işim vardı allasen? Tamam da; çay aşkı bir yere kadar diye de hiç kendime sormuyorum. Kendimi değerli hissettiğim bir gün değil ki. Sıradan, yağmurlu bir gün işte… ‘’İnsanlar benim eserlerimin etrafında tavaf ederlerken canım çay istedi.’’ Diye düşünüp vicdanımı rahatlattım. Çayımı aldım. Maalesef sabahki çayın sıcak hali dilimi yaktı. Artık çayın tadını alamayacaktım. Çayın parasını almakla mükellef olan esmer kadın; ‘’borcunuz 1 lira’’
Diyince benim gibi önemli bir insanın bozuk para taşımadığını düşündüm. Gerçekten param yoktu ve bu aptal sergi zerre bana bir şey kazandırmayacaktı.
Ona aynen şöyle söyledim.
‘’ Yanıma para almamışım. Şuradaki dükkânda açılan serginin sahibiyim. Tablolardaki bütün eserler bana ait.’’ Diyince benim ne kadar önemli bir insan olduğumu anlamasını istedim. Ama o sadece işine odaklanmış ve dışarıdaki hayattan haberi olmadan yaşayan ve fotosentezi sosyal medya olan bu esmer kadın yüzüme bakıp;
‘’anlamadım’’ dedi.

Tanrım bu aana gerek var mıydı?

‘’Para alıp geliyorum’’ dedim. Tekrar;
‘’1 lira’’ diyince
‘’cüzdanımı yanıma almamışım. Bu çay burada kalsın. Hemen geleceğim’’ dedim…

Sırtımda, bacaklarımda, ellerimde, saç diplerimde gözlerini hissettiğim bu kafede çalışan her insanın neden var olduklarını sorguladım. Benim ne kadar önemli ve şahsiyetli bir insan olduğumun farkında olmamaları çok üzücü. Bunun için uğraşmayacağım. Onları da uğraştırmayacağım. Yürüdüm. Gökyüzü Beethoven ‘’Moonlight’’ senfonisini en yüksek desibelden yağdırıyordu. Biraz ıslanmak tabi ki iyi gelmedi. Beni iyice aksi, huysuz ve kibirli yaptı. Sergi salonuna geri döndüğümde bütün eserlerimle göz göze geldim. Ortalarında durdum. Onları bir şekilde üzmüştüm. Burada olmaktan mutsuzdular.
Biraz yürüdüm. Sonra tekrardan onu gördüm. Fuaye alanın en güzel yerindeydi. Kendimi tekrardan dünyanın en önemsiz insanı hissettim. Kolona yaslandım. Onu izlemeye başladım. Sonra benim gibi önemli insanı nasıl önemsiz hale getirebiliyor? Bunu düşündüm. Düşündükçe düşündüm. Düşündükçe düşündüm. Etrafımda duran eserlerim dahil düşündükçe düşündük.

 

 

 

 

Son Yazılar