Bir çocuk, kocaman açılmış gözleri yaşlı, henüz yeni emeklemeye başlıyordu.
Dış dünyayı henüz daha yeni yeni keşfetmeye başlıyor, dünyanın kendisinin etrafında dolandığını düşünen çocuk; kendisinden ayrı bir dünyanın farkına yeni varıyordu.
Dokuz bilemedin on ay olmuş doğalı, ancak ruhen annesinin devamı olduğunu zanneden bir çocuk…
Ağzında parmağı, bağıra bildiği kadar bağırarak ağlıyordu. Burnu akmış, su gibi. Etrafına bakınıp duruyordu.
Bu güne kadar hep arkasında duran, hep ona güven veren, onunla bir olan, yapışığı olduğunu düşünen annesini, kocaman açılmış yaşlı gözlerle etrafına bakınarak arıyordu. Annesini ne zaman gözden kaybettiğini bilmeden, ilk defa ayrı düştü annesinden. Annesinin o huzur dolu, güven dolu sıcacık kucağından ilk defa ayrılıyordu.
Ayrılır ayrılmaz da dünyanın çok başa çıkılacak bir yer olmadığı bir tokat gibi çarpıyordu suratına.
Hayatta kalabilmek için birine ihtiyacı var; etrafta olmayan annesine, korktu.
Şu garip, acımasız ve yabancı dünyada kendini kaybolmuş gibi hissediyordu.
Yetersiz kaldı, henüz kanatları uçmak için yeterince güçlenmeden yuvadan uçmaya çalışan kuşlar misali yüksekten yere çakıldı. Acıtıcıydı.
Bir çocuk, gözü yaşlı, burnu akmış, gözleri kan çanağı gibi “korku çanağına” dönmüştü.
Dönmek istiyordu annesinin kucağına. Az önce arkasındaydı annesi. Şimdi, yok…
Terk mi edildi, annesi bırakıp gitti mi ki onu?
Kaybetmekten korktu.
Ama annesi olmazsa o ne yapacakki şimdi? Tek başına, bir başına nasıl yapacak, ne yapacak ki şimdi?
Oysa sadece merak ediyordu; iki adım öteyi, dışarıdan gelen sesleri, karşı koridordan geçip gidenlerin nereye gidip geldiklerini.
Annesini bırakmak istemiyodu ki! Sadece bakıp gelecekti.
Bir çocuk, gözü yaşlı, burnu akmış, parmağı ağzında, parmağını emiyordu. Tıpkı bir zamanlar annesinin karnındayken olduğu gibi kendini güvende hissetmek istiyordu birazcık.
Doğduktan sonra annesinin göğüslerini emerken yaşadığı duyguyu yaşamak, eski günlerine dönmek istiyordu. Ne güzeldi, hem karnı doyuyordu, hem de güvendeydi.
Ahh ahh! Annesi olsaydı şimdi. Çaresizlik…
Bir çocuk, gözü yaşlı, burnu akmış, parmağı ağzında, parmağını emiyor…
Endişe ile bakıyor, izliyordu etrafını; ne yapacağını, nasıl yapacağını, nereye gideceğini şaşırmış bir biçimde.
Özerkliğe atılan ilk adımlardı bunlar, zehir oldu.
Korktu, kaygılandı, pişman oldu…