Güneş batımında seyre dalınan şehir. Yollar dört bir yana ayrılmış, kafalarda bin bir sorularla yürüyen insanlar. Belki de çoğunun aklında geçim kaygısı. Yürekleri yakan o duygu. Zira bazı insanlar parası için insanlıktan çıkarken bazıları ise parası olmadığı için insan dışı muameleler görmesi ne kadar acı verici. Hayat çok garip değil mi? Mesela sokağın başında bekleyen çocuk ve yanından geçip giden insanlar. Sokağa az temas etmenin ayrıcalık olduğunun haykıran arabalı insanlar… Hepsi geçip gidiyor o çocuğun yanından. Ama o çocuğun öyle bir umudu var ki boyunu çoktan aşan, çoğalmasına engel olamadığı bir umut. Her şey çok güzel olacak… O yaşında küçücük bedenine ne acılar sığdırmıştır kim bilir. Ne kadar da konuşmaya ihtiyacı var aslında bu kapkara iki gözü taşıyan zayıf bedenin. Geç kalmış kışın ürpertici soğuğuna hazırlıksız yakalanmış bir hayat ve çocuk öylece kalakalmıştı sokağın başında. Onu kurtarmaya gelen kimse yoktu ortalarda. Çocuk hayalinden hiçbir zaman vazgeçmiyor. Güneşin o umudu gerçekleşeceği gün için doğup battığını biliyor. Belliydi, bu kış bu delik ayakkabılar onu hiç mi hiç yalnız bırakmayacaktı. Ayakkabı deliğinden görünen kirlenmiş çorabını saklamaya çalışırken içinden bir olsun geçirdi. Olsundu. Sahip olamadığı ve güneşin umut için hiç doğmadığı, her gün için kocaman bir “Olsun!”. Umut değil miydi? zaten fakirin payına ekmek diye düşen? Yoksulluğu çirkin gören zenginler.