Kemalizm

”Mustafa Kemal, tıpkı Lenin gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni toplumsal – siyasal düzeni yaratacak süreçleri harekete geçirmiştir. Lenin, Rus ordusunun perişan olması sayesinde, küçük ama iyi örgütlü ve bilinçli bir güce dayanarak siyasal iktidarı ele geçirirken; Mustafa Kemal, ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendisine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir. Kemalizmin önünde iki aşamalı bir amaç vardı: Bağımsızlık ve çağdaşlaşma. Bu ereklere ulaşmak için, ideolojinin çerçevesini oluşturan milliyetçilik, cumhuriyetçilik ve laiklik Fransız Devrimi ve dolayısıyla liberalizmden; devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden esinlendi.” (KIŞLALI, Ahmet Taner, Siyaset Bilimi, Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Der Kitapları Yayın No: 23, 7. Baskı, 2002, Sayfa: 293)

Kemalizm, Ahmet Taner KIŞLALI üstadın da belirttiği şekilde bir ideolojidir. Yetişmiş insan sıkıntısı nedeniyle devrimi ve Atatürk’ü tam olarak anlayamamış “Kemalist kadro”nun bazı hataları ve eksikleri olabilir zaten Atatürk de bu hataların olabileceğini “Bursa Nutku”nda belirtmişti. Bu bağlamda o kadronun hatta Atatürk sonrası faşizm’e göz kırpan Recep PEKER ve arkadaşlarının yaptığı hatalar hatta yer yer İNÖNÜ’nün yaptığı hatalar, hiçbir şekilde ideolojinin ana unsurlarını bağlamaz “Kemalizm”e gölge düşüremez. Şu anda Kemalizm’in savunuculuğu gibi bir misyon üstlenmiş değilim ancak hak sahibine hakkını vermektir yaptığım. Çok kısıtlı olanaklarla en son komşu devleti kendi sınırlarınızdan atacaksınız, sonra yeni bir devlet kuracaksınız, sonra da o devletle milleti tekrar diriltmeye çalışacaksınız, bu o kadar kolay bir iş değildir. Ve elbette bu girişim hataları da içinde barındırır. Ancak çağı yakalama fikri esas alındığı için yapılan hatalara takılmak yerine edinilen kazançlara daha çok bakmak gerekir. Bunu bir köşeye not ettikten sonra “Kemalizm”in felsefi köklerine kısaca bakmak yerinde olacaktır.

Lorenz von STEIN Alman idealizm’in savunucusu çok önemli bir “Sol Hegel”ci düşünürdür. Kapitalizm’in analizini en az K. MARX kadar iyi yapmıştır. Ancak önerdiği çözümler MARX’tan çok faklıydı. MARX diyalektik materyalim’in temel ilkelerinin tarihi süreç içinde “nicel değişikliklerin nitel değişliklere yol açma” ilkesi çerçevesinde “İlksel Komünalizm”den başlayan insanlık serüveninin son aşamasının “Komünizm” olduğunu belirtirken; von STEIN bu serüvenin devlet eliyle şekillendirilmesi gerektiğine inanıyordu. Devlet sosyal sınıflar arasında bir hakem olarak araya girmeli ve aralarında bir mücadele olmadan dahi hiç bir tarafın birbirine üstünlüğünün olmadığı bir “sosyal krallık” formunu sağlamalıydı. Çünkü devlet böyle bir form oluşturmazsa, toplumda sınıf çıkarları eksenli başlayacak bir çatışma ortamı, engellenemezdi. Bu form aşağı yukarı “sosyal devlet” dediğimiz formun aynısıdır. Şimdi şu soruyu sorabilirsiniz o halde Lorenz von STEIN’nın önerdiği sistemin “sosyal demokrasi”den farkı nedir? Temel fark için içerikten ziyade yönteme bakamız gerekecektir. Zira içerikleri birbirine benzeyen şeylerin ayırt edilmesi için yöntemine yani nasıl yapıldığına bakmamız gerekmektedir. “Sosyal Demokrasi” Sosyalist sendika ve partilerin içlerinde geliştirdiği “uzlaşmacı” unsurların, işçi sınıfının çıkarlarının “devrimci” siyaset yerine “uzlaşmacı” siyasette olduğunu savunarak yeni yapılanmalara gitmeleriyle vücut bulmuştur. Kısaca “Sosyalizm” ve “Kapitalizm” flört’ü “sosyal demokrasi” formunda karşımıza çıkmıştır. Ancak Lorenz von STEIN’nın “sosyal krallık” önerisi devletin hakemliğiyle bu sürecin yapılanmasını öngörmüştü. İşte temel farklılık burada başlamaktadır.

Mustafa Kemal ATATÜRK yeni devletini kurduğunda henüz sosyal sınıflar çok da palazlanmamışlardı. ATATÜRK bundan yararlanarak sosyal sınıfların dengeli bir gelişim seyri izlemelerini öngörmüştü. Bir taraftan girişimciye destek verirken bir taraftan da planlı ekonomiyle açtığı fabrikalarla “işçi sınıfı”nı korumuştur. Bu bağlamda Kemalist Devlet sosyal sınıflar arasında bir hakem rolü üstlenmiştir. Bu Lorenz von STEIN’ın görüşleriyle de örtüşmektedir. Demek oluyor ki Kemalizm çok rahat bir şekilde “Sol Hegel”ci bir sistem olarak yorumlanabilir. Kemalizm’in dayandığı bir felsefe yok, öğretisi de zaten yok gibi çıkışlar ya kötü niyetten ya da cehaletten kaynaklanıyor. Burada asıl gayem yinelemek istiyorum “Kemalizm”i savunmak değil ona hakkını teslim etmek. Sezar’ın hakkı bile Sezar’a verilirken devletimizin kurucusunun hakkını hep birlikte yemek insafsızlıktır, vefasızlıktır.

Kemalizm yoktan var etme çabasıdır, yok olan eskimiş devletten daha fazladır; millet yok olmaktadır. Ölmek üzere olan ”millet”i yeniden canlandırma ve çağa uygun ayakta durabilmesi için donatma çabasına ”Kemalizm” denir. Ondandır ki bütün antiemperyalist mücadeleler ”Kemalizm”i örnek almıştır.

 

 

 

Son Yazılar