Mustafa Kemal ve Enver Paşa’nın İlişkileri

İstiklal Harbi’nin asıl kahramanını Sultan Vahdettin gibi göstermek modası, yaşadığımız şu günlerde oldukça revaçta. Mustafa Kemal’i Samsun’a, “ Git vatanı kurtar .” emriyle gönderdiğini söyleyen ve bu söylemlerini yazılarına, kitaplarına alan yazarlar. Bu iddialarını destekleyip doğrulayacak bir belgeyi nedense yayımlama zahmetine girmemişlerdir. Gazeteci Murat Bardakçı’nın hazırlayıp yayımladığı Şahbaba isimli kitabında bulunan,
Samsun yolculuğunun belgeleri arasında da buna benzer bir olay görülmemekte.

Sultan Vahdettin’den sonra bir kahramanlık yakıştırması da, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden Enver Bey’e yapıldı. Milli Mücadele döneminde yurt dışında olan Enver Bey’e bu yakıştırmaları, hangi akla hizmet yaptıklarını da anlamaktan acizim. Tarihimizdeki önemli şahsiyetler arasında bulunan Enver Paşa, adını maalesef tarihe kahraman değil, tam tersine ‘mağlubiyetler ve talihsizliklerle’ yazdırmıştır. Çok hırslı ve dinamik olan bu genç Osmanlı subayı, bir dönemin Harbiye Nazırı olmuş. Ancak savaşlardan yenilgiyle ayrılmıştır. Yenilgilerinin bana göre en büyük sebebi, Enver Bey’in hayalperestliğidir. Hayalciliği, olmayacak işlere kalkışmasına ve sonucunun hüsranla noktalanmasına sebebiyet vermiştir. Buna gösterilecek en iyi örnek; Milli belleğimizdeki acısı hala taze olan Sarıkamış faciasıdır. Nitekim, Enver Paşa Sarıkamış’dan sonra bir daha büyük bir ordunun başına geçmemiştir. Enver Paşayı Mustafa Kemal ile kıyaslayanlara. 1911’de Bingazi savaşında bulunan bir Fransız muhabirinin cümleleriyle cevap vereceğim. “ Enver, büyük planlardan ve büyük fikirlerden çabuk umutlanır, canlanırdı. Teferruatla uğraşmazdı. Mustafa Kemal realistti. Parlak projeler ve göz kamaştırıcı her şey onda bir güvensizlik yaratırdı. Büyük fikirler onu büyülemezdi. Onun amaçları sınırlıydı. İnce hesap ve uzun yargılamadan sonra karar verirdi. ‘Takribi’ ve ‘umumi’ ile yetinmez, sağlam esaslar ve rakamlar isterdi. ”
Mustafa Kemal ile Enver’in karakter farklılıkları birbirlerinden hiç ama hiç hazzetmemelerine sebep olmuştur. Enver Bey Osmanlı topraklarının hepsine hakim olmaya çalışırken; Mustafa Kemal’in aklında imparatorluğu değil, Anadolu topraklarını zapt edip müdafaa etmek vardı. Bu fikirler o dönem için oldukça radikaldi. 1907’de arkadaşlarına “Köhneleşen ve canlılığını kaybeden Osmanlı toplumu üzerine devlet inşa edilemez. Ancak Türk çoğunluğunun olduğu yerlerdeki topraklar üzerine bir devlet oturtulabilir.” demişti. Ona göre ülke, milliyetçi anlaşmalarla sorunlarından kurtulabilirdi. Uzak topraklardan, gücünün yetemeyeceği topraklardan vazgeçip, askeri açıdan düzgün bir şekilde müdafaa edebileceği toprakları elde tutmak istiyordu. Mustafa Kemal, fikirlerini önce mensubu olduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ndeki arkadaşlarıyla paylaştı. Cemiyet, 27 Eylül 1907’de İttihad ve Terakki Cemiyeti ile birleşince, Mustafa Kemal’de arkadaşı Fethi Bey’in ısrarıyla 29 Ekim 1907’de
İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. Fikirleri İttihadçı üyelerle taban tabana zıt olan Mustafa Kemal, kısa sürede bütün dikkatleri üzerinde toplamayı başardı. Atatürk Araştırma Merkezi’nin (ATAM) yayımlamış olduğu İttihad ve Terakki Cemiyeti konusundaki ansiklopedi maddesinde belirtildiği üzere Mustafa Kemal, cemiyet hakkında şu görüşleri tanımıştır:
1) Cemiyeti, artık ‘komite’ olmaktan çıkarıp siyasi bir parti haline getirmek.
2) Orduyu siyasetten tamamen ayırmak ve bazı subaylara verilen ‘Hürriyet Kahramanı, Hürriyet Mücahidi’ vb. ünvanları kaldırmak.
3) Cemiyetle masonluk arasında hiçbir alaka bırakmamak ve bunu ispatlamak için de tüzükte değişiklik yaparak, Mason Tüzüğü’nden alınmış maddeleri çıkarmak ve artık gülünç olan kabul törenini kaldırmak.
4) Cemiyet mensupları arasındaki imtiyazlı mevkileri kaldırıp kayıtsız şartsız hukuk eşitliğini sağlamak.
5) Hükümet işlerini diyanet meselelerinden ayırmak.

Özellikle, askeriyenin siyasetten tamamen arındırılmasını her toplantıda dile getiren Mustafa Kemal, görüşleri ayrılıkçı sayıldığı için toplantılara çok çağırılmaz olmuştu. Gücünün büyük bir kısmını askeriyeden alan İTC, içerisindeki askerlerin tahliye olması durumunda çok zayıf kalacak, belki bu durum cemiyetin dağılmasına kadar gidecekti. Ordu o dönemde gerçekten politika batağına saplanmış; Teğmen Yarbay’a selam vermez olmuştu. İTC’nin en önemli ismi Talat Paşa, bu durum için “Vallahi ben de şaştım kaldım.” diyecekti. Mustafa Kemal bildiğinden hiç şaşmıyor ve tenkitlerini en sert haliyle söylemeye devam ediyordu. Enver bu durum karşısında bir gün Yüzbaşı Hafız Hakkı’ya “Mustafa Kemal fazla ileri gidiyor. Buna bir çare bulalım.” demişti. 1908 sonlarında umumi merkez kendisine, isyanları bastırma görevi verip Trablusgarb’a gönderir. Oldukça geniş yetkilere sahip olan Mustafa Kemal, görevini tamamlayıp 1909’un Ocak ayında Selanik’e geri döner. 1909 yılında yapılan İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ikinci kongresine Trablusgarb delegesi olarak katılır. Kongre çok sert tartışmalar eşliğinde devam eder. Cumhuriyet devrinin uzun müddet Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, hatıralarında bu kongreyi şöyle yazar: “Selanik’de toplanan kongre, olup bitenleri gözden geçirerek yeni bir çalışma yolu çizecekti. Toplantı Ramazan ayına denk geldiği için, akşam yemeğinden hayli sonra konuşuyorduk. Kongreye ben umumi kâtip seçilmiştim. Bütün kongrenin dikkatini Mustafa Kemal çekmişti. Merkezcilerden bir takım kişiler ona karşı idi. Görüşmeler çok sert geçiyordu. Çetin tartışmalardan sonra, ordu içindeki arkadaşlarımızın da ne düşündüğünü bilelim dediler. Kongreden bir heyet, Edirne’de ki ikinci orduya gitti. Getirdiği bilgiye göre hepsi Mustafa Kemal’in düşüncesindeydi. Kongre büyük bir çoğunlukla Mustafa Kemal’in teklifini kabul etti. Mustafa Kemal’in bu başarısını hazmedemeyen ve orduyu bırakmak istemeyen komite takımı onu öldürmeye karar verdi. İlk teklif, fedailerden Yakub Cemil ve Hüsrev Sami’ye yapılmıştır. İkisi de Mustafa Kemal’i sevdikleri için reddetmişler. Ondan sonra aynı görevi Enver’in kendinden bir yaş küçük amcası Halil Bey ve Abdülkadir Bey üstlenmişlerdir. Mustafa Kemal, geceleri parmağı tetikte, köşeleri açıktan dolaşarak eve gitmeye başlamıştı. Bir gidişinde evin ileri köşesinde ikisinin de gölgesini görmüş, hemen silahına davranmıştı. Aradan yirmi, yirmi beş yıl sonra Halil Paşa’yı Cumhurbaşkanı Atatürk’ün sofrasında hanımıyla birlikte görmüştüm. Halil Paşa ilk meşrutiyet yıllarında İttihatçıların fedailerindendi. Sofrada konudan konuya söz Selanik olayına geldi. Artık yaşlanan Halil Paşa Atatürk’e: “Sizi sevdiğim ve sakındığım için o vazifeyi almıştım.” demesine Paşa çok kızmıştı.” Başta Enver’in bulunduğu bu komiteci tayfanın suikast planları tutmamıştı. İTC’nin içerisindeki anlaşmazlıklar, yapılan hataları arttırmış ve bu hatalar Balkan topraklarının elimizden hızla kaybına neden olmuştu. Edirne’yi düşmana teslim edip Rumeli’den çekildikten sonra Balkan devletleri kendi aralarında kavgaya tututular. Bunu fırsat olarak gören İtihadçılar en azından Edirne’yi geri almak için saldırmak istiyorlardı. Orduyu tekrar Balkan topraklarına yürütmek isteyen İttihad ve Terakki Cemiyet’i. Başta Enver Paşa olmak üzere bir grup İttihadçı ile Bab-ı Âli’yi bastı, Harbiye Nazırı’nı öldürüp yönetimi ele geçirdi. Enver derhal Edirne’ye gitti ve zaferini ilan etti. İttihadçı darbe yaşanmadan evvel Talat Paşa Mustafa Kemal’in yanına gelmiş ve tekrar birlikte çalışmayı teklif etmişti. Birlikte Fethi Bey’in yanına gittiler. Mustafa Kemal “Siz partinin başından çekilecek misiniz?” diye sordu. Talat Paşa “Niçin. Beni öldürmek mi istiyorsunuz?” diye cevaplayınca Mustafa Kemal “Hayır. Biz size layık olduğunuz yeri vereceğiz.” der. Talat Paşa bu konuşmadan sonra İstanbul’a döner. Hemen ardından Fethi Bey acil bir telgrafla İstanbul’a çağrılır. Olacakları öğrenir ve Nazım Paşa’nın katli kararına şiddetle karşı çıkar. İttihadçılar yapmama garantisi verirler ve bunun üzerine Fethi Bey geri döner. Mustafa Kemal “Düşündüklerini yapacaklar.” der ve haklı çıkar. 4 Ocak 1914 tarihli gazeteler yeni Harbiye Nazır’ı olarak Enver Paşayı yazar. Birinci Cihan Harbi boyunca yönetimi ellerinde tutan İttihadçı kadro. Aldıkları kararlarla imparatorluğu günden güne eritiyorlardı. Kişisel olarak Enver Bey’le kavgalı olan Mustafa Kemal’de savaş boyu Paşa’nın emri altında görev yapmış. Resmi emirlerine itaatsizlik etmemişti. Ancak Enver’e duyduğu nefreti saklamıyor ve görüşlerini imparatorluğun en önemli isimlerinden şehzade Vahdettin Efendi’ye açık açık söylüyordu. Padişahlık döneminde Sultan Vahdettin’in yaveri olan Mustafa Kemal, Vahdettin’in şehzade olduğu 1916 Ekimi’ndeki Almanya ziyaretine ordu temsilcisi olarak katılmıştı. İttihad ve Terakki’ye muhalefet olan Vahdettin, ilk kez karşılaştığı Mustafa Kemal hakkında daha sonradan kaleme aldığı hatıralarında şöyle bahseder “…Mustafa Kemal Paşa’yı ilk defa o zaman tanımıştım. Çok parlak bir zekaya sahipti ve sonraları onun bu zekasını değerlendirmeye çalıştım. Ama asıl ilgimi çeken tarafı daha yükseklere çıkma tutkusu ve Enver Paşa’ya karşı duyduğu sınırsız nefret olmuştu… Yolculuk boyunca Enver Paşa aleyhine konuştu, hareketlerini ve büyüklük kompleksini eleştirdi, hatta Osmanlı Hanedanı’nı yıkmaya çalıştığını bile söyledi. …Her fırsatta bana sadakatini ispat ediyor ve Almanlar’a karşı duyduğu nefreti saklamıyordu.”
İkisinin de yükseklere çıkma hırsı vardı. Bu şansı Enver Paşa daha önce yakalamış ancak iyi değerlendirememişti. Mustafa Kemal şehzadeye fırsat buldukça Enver’i suçlayıcı sözlerine devam ediyordu. Enver Paşa da aynı şeyleri Mustafa Kemal için söylüyordu. Mustafa Kemal Birinci Cihan Harbinde ismini duyurmuştu. Çanakkale’de yaptıklarını herkes takdir ediyordu. Bir gün Doktor Nazım ve nüfuzlu bir İttihadçı aralarında konuşmaktaymışlar. Enver Bey içeri girince susmuşlar ve Enver Paşa bunun üzerine “Her halde bana dair bir şeyden söz ediyordunuz. Söyleyin bana!” deyince. “Mustafa Kemal’in niçin terfi ettirilmediğini konuşuyorduk.” cevabını vermişler. Enver Paşa “İşte!” demiş ve cebinden Çanakkale kahramanını generallik rütbesine çıkaran tezkeresini göstermiş. Sonra da “ Ama şunu bilesiniz ki, onu paşa yapsanız padişah, padişah yapsanız Allah olmak ister.” diye eklemiş. İki örnekte görüldüğü üzere Enver ile Mustafa Kemal birbirlerinden nefret ediyordu. İkisi arasındaki düşmanlık ve güç kavgası, Enver memleket dışında iken de devam edecekti. İttihadçı liderler 1 Kasım 1918 de ülkeyi terk ettikten yıllar sonra, Enver Paşa Moskova’dan gönderdiği mektupta Mustafa Kemale “…maateessüf, Trablusgarb’dan beri bildiğim ahlak-ı
şahsiyetinizin (şahsi ahlakınızın) bugün vardığınız mevkide bile tebeddül edemediğini (değişemediğini) görüyorum. Ve benim yalnız iktidarınıza bakarak görmek istemediğim diğer noksanlarınızı artık göze sokacak surette belli ettiniz. … sizi, şahsi hırsınıza mağlup olarak bu kadar küçülmüş gördüğümden dolayı teessüf ederim.” yazacaktı.Mektup ikilinin Trablusgarb’da yaşadığı kavganın boyutu zannedilenden büyük olduğunu gösteriyor. Memleket dışındaki İttihadçıların tekrar memlekete dönmelerini sakıncalı olduğunu düşünmüş ve bu konuyla ilgili emirler vermiştir. Kazım Karabekir Paşa’ya 30 Mayıs 1920’de gönderdiği gönderdiği talimatta şunlar yazar “Memleketin mukadderatı hakkındaki mesuliyet üzerimizde bulundukça, Enver Paşa ve rüfekasının müstakilen ve kendiliklerinden memleket ve millet işlerine müdahalesine müsade edilemez…” Yine Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği 30 Haziran 1920 de ki diğer talimatta “…Talat, Cemal ve Enver Paşalar’ın Büyük
Millet Meclisi namına hiçbir teşebbüs-i siyasiyeye girişmeye salahiyetleri olmadığının ve bizim ile hiçbir muhabere ve münasebetleri bulunmadığının kendilerine tebliği Heyet-i Vekile iktizasındadır.” Enver Paşa yurt dışında da faaliyetlerine devam ediyordu. Paşa, Batumda iken Trabzon’da ki İttihadçı grupla irtibat halinde idi. Batum’dan Trabzon’a, Trabzon’dan Batum’a gidenler oluyordu. Trabzon’daki bu İttihadçı grubu Ankara Hükümeti’nin istihbaratçısı olan Feridun Kandemir takip etmekteydi. Hükümet, Enver’in dışarıdan yürüttüğü faaliyetleri zararlı bulmuş, imkanı varsa kandırılıp Ankara’ya getirilmesini istemişti. Fevzi Paşa’nın Kazım Karabekir’e gönderdiği telgrafta Enver’i takip işi için Moskova Sefareti Ataşemiliter’i Saffet Bey’in görevlendirildiğini bildirmiştir. Fevzi Paşa içerisinde “…Bolşevizm ve Komünizm esaslarını ihtiva eden (içinde bulunduran) seksen beş maddelik programın Enver, Bedri ve Naim Cevad tarafından bastırılarak Anadolu’ya gönderilmeye başlandığı… …Orduyu inhilale (dağıtmaya) uğratmak ve halkçılık maskesi altında, dahilde bir inkılap vücuda getirerek hükümeti devirmek gayretini istihdaf eden (amaçlayan) bu propagandanın memleket dahiline girmemesi gerekir.” yazan bir talimatnameyi Dahiliye Vekaleti’ne gönderip, Halk Şuralar Fırkası’nın takibini istemiştir. Enver Bey, Batum’da bir toplantı yapmış ve İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yeniden   doğduğunu ilan etmiştir. Memlekete dönüp yeniden gücü eline almak istemiştir. Batum’daki İttihadçı’ların, 31 Ağustos 1921’de Trabzon teşkilatına gönderdikleri mektupta bunun haberini vermişlerdir. Mustafa Kemal 1-2 Eylül 1921’de aldığı isimsiz bir telgrafta, Enver’in memlekete giriş teşebbüsünü öğrenir. Haberi alan Mustafa Kemal, ertesi gün 3 Eylül tarihli bir talimatı Doğu Cephesi Kumandanlığı’na gönderir ve tedbir alınmasını ister. Hükümet tarafından alınan 12 Mart 1921 tarihli kararname ile Enver ve arkadaşlarının ülkeye girişleri   yasaklanmış, ardından 29 Mayıs 1921 tarihli emirle Enver ve arkadaşlarının ülkeye girmeleri durumunda derhal tutuklanıp, sıkı bir inzibat eşliğinde Ankara’ya getirilmesi istenmiştir. Enver Paşa arzusunu yerine getirememiş, ülkesine geri dönememişti. Hayata vedası da 4Ağustos 1922 de, gurbette Orta Asya’da bulunan Çegan Tepesi’nde bir Rus mitralyözünün kurşunları ile oldu. Hayatı boyu talihsizlikler peşini bırakmamış Vatansever Osmanlı Subayı, çok sevdiği Naciye’sine kavuşamadan göçüp gitmiştir. Enver Paşa kat-i surette bir Vatan Haini değildi. Elindeki gücü iyi kullanamamış ve yanlış kararlar almıştı. Milli Mücadele kahramanı da değildi. Onu, tarihin gerektirdiği şekilde, yerli yerinde anlamak, tanımak ve öğretmek lazımdır.
Kaynakça:
1) BARDAKÇI, Murat: “Enver” Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015
2) ATAY Falih Rıfkı: “Çankaya” Remzi Kitabevi, İstanbul
3) ALPTEKİN Gökhan: “Yeni Sistem Oluşturma: İttihad ve Terakki Cemiyeti’nde Talat Paşa Örneği ve Mustafa K

Son Yazılar

1996 Konya doğumluyum asıl mesleğim Radyoloji Teknisyenliği amatör olarak tarih araştırıcılığı yapıyorum.