İnsanoğlu var oluşundan beri hata üstüne hata yapar. Hatta Peygamberler hariç bütün insanlar günahkardır diyebiliriz. Lakin ne kadar günahkar olursak olalım bizim samimi bir tövbemiz Allah(c.c)’ın affı oluyor. Bir defasında ashabdan biri bir çocukluk hatırasını anlatırken demişti ki:
– Çalılıkta dolaşırken bulduğum bir kuş yuvasından yavruları alıp koynuma koymuştum. Tam bu sırada yavrunun anası başımda dolaşmaya başladı, acıdım, yavruları bırakmak için ihramımı açmaya çalıştığım sırada kuş hemen koynumdaki yavrusunun yanına daldı, kanatlarını yavruları üzerine gerip kollamaya başladı.
Efendimiz (sav)in buna sorusu şöyle oldu:
– Bu annenin yavrusuna bu kadar acıması sizi hayrete mi düşürdü?
Efendimiz (sav) şunu ilave etti:
– Hiç şüpheniz olmasın Allah (cc)ın kullarına acıması bu annenin acımasından (kıyas kabul etmeyecek derecede) fazladır.
İşte Allah (cc) da bu kadından çok fazla merhametlidir. Kullarını ateşe atmaz, onlar kendilerini ateşlik amelin içine atmadıkça!
Şimdiyse asıl soruya gelelim. Biz Allah’ı ne kadar seviyoruz ? Sorunun cevabı yaşadığımız hayat şeklinde gizlidir. Sevmek dediğimiz şey fedakarlık gerektirir. Biz gerçekten Allah’ın “EMRİ Bİ’L MA’RUF NEHYİ ANİ’L MÜNKER” emrini yerine getiriyor muyuz ? Neden imtihanımızı yine bizlere dert çıkaran varlıklara anlatıyoruz da o imtihanları ve de çarelerini bizlere veren Allah’a anlatmıyoruz ?
Unutmayalım ki bizler Allah’ı ne kadar anarsak, Allah da bizi o kadar anar ve o kadar sever. Konuştuklarımız, bulunduğumuz ortamlar kısacası yaşadığımız hayat şekli Rahmanı razı ediyorsa işte biz gerçekten onu çok seviyoruz. Bizlere hâlâ tövbe hakkı vermesi, Rahman’ın bizleri sevdiğini gösterir. Elhamdulillah.
Muhammed Keleş