Neden Geri Kaldık? II

16. yüzyılda biri çıkıp Batı Avrupa tüm dünyaya hükmedecek deseydi kimse dikkate bile almazdı. Ancak tarihsel gelişim tamamen tesadüflerle doludur. Bu yüzden tarih; yaşanmışı anlama sanatıdır. Yaşanacak şeyler hakkında çok az öngörüsü olabilir. Mesela işçi devrimi Almanya’da beklenirken, hiç kimsenin tahmin bile edemeyeceği, sanayileşmemiş, güçlü bir işçi sınıfı bile olmayan bir ülkede, Rusya’da gerçekleşmiştir. (Sovyet Devrimi)

16. yüzyılın ikinci yarısında Asya dünya ekonomisinin yüzde 80’i demekti. 19. yüzyılın sonuna doğru ise Avrupa ve Amerika dünyadaki toplam üretimin yarından fazlasını gerçekleştiriyordu. Bu hızlı değişimin sebebi, belli başlı etkenlerin tesadüfi olarak itici bir güç haline gelmesidir. Burada tartışılması gereken konu, bu etkenlerin değişimin sebebi olurken hangi aşamalardan geçtiğidir. Bilimsel Devrimin başladığı dönemde teknolojiye ulaşmak devletler için çok zor değildi. Osmanlı bu teknolojiye ulaşmıştır ancak süreklilik sağlanamamıştır. Asıl sorun, Batı’da ortaya çıkan ve olgunlaşması yüzyıllar alan değer yargıları, hukuk sistemleri, sosyopolitik ve toplumsal yapıların Osmanlı tarafından içselleştirilememesidir. Bilimin gelişmesi için toplum yaşamı ile bilim arasında organik bir bağ olmalıdır. Osmanlı toplum yaşamı ne siyasal alanda ne de kültürel alanda bilime ihtiyaç duyan bir nitelik taşımıyordu. Batıda ki siyasilerin sırtını dayadığı halk kitlesi Osmanlıda mevcut değildir. Osmanlıda halk, kul olarak nitelendirilmektedir ve en iyisini her zaman, yetkiyi tanrının verdiğine inanılan bir yönetici bilmektedir. Halkın sorgulamasına gerek yoktur. Devlet gerektiği kadar sorgulamaktadır. Devletin ana felsefesi ise klasik yönetim anlayışı dışına çıkmamaktır. Böylece büyük devlet yapılanmaları, bağımsız, bilimsel ve siyasal gelişmelere her zaman karşı olmuşlardır. Merkeziyetçi yapılar zamanla yıkılmaya mahkûmdur. Çünkü değişime ayak uyduramazlar. Tarihte bunun birçok örneği mevcuttur. Biz Türkler için çok uzaklara bakmaya gerek yoktur.

Peki, ne yapmalıyız? Uzun zamandır Batı’nın ilmini mi yoksa yaşam tarzını mı almalıyız sorusu tartışılır. Aslında çok basittir. Batının düşünce ve hukuki yapısını almalıyız. Kabullenmek zor olsa da insan hakları, özgürlük, demokrasi, kadınların toplumsal hayatta eşitliği gibi evrensel kavramlar Batı orijinlidir. Bu kavramlar Batı’ya bir anda nüfuz etmemiş, yıllarca süren bir kabullenme dönemi olmuştur. Bizde ise bu dönem hayli uzun sürmektedir. Şu bir gerçektir ki Avrupa bulunduğu seviyeye bu değerler sayesinde ulaşmıştır. Ancak örnek almamız gereken değerler istatiksel olarak incelendiğinde durumun içler acısı olduğunu görmekteyiz. Eğitim sisteminin kalitesizliği, okuma oranları, kadın cinayetleri, evrensel bilime katkı gibi konularda ya sonuncu ya da 3. Dünya ülkeleriyle aynı kategorideyiz.

Eğitim sistemimizi eleştiren Prof. Dr A.M. Celal Şengör ‘tek bir üniversitesi bile olmadan yetmiş küsur üniversite müsveddesiyle övünen Türkiye (2015 senesi itibariyle bu sayı 170’i geçmiştir) gibi görkemli fakat işe yaramaz kopyalar yaratılır, (…)’ demiştir. Bu üniversitelerin hiçbiri dünya genelinde ses getirecek bir çalışmaya imza atamamıştır. Yani ortada acilen çözülmesi gereken bir sorun olduğu muhakkaktır.

Türkiye Cumhuriyeti yaptığı devrimleri, siyasal ve hukuksal alanda batı standardına ulaştıramamıştır. Eskiden kalma alışkanlıklar devam etmektedir. Merkeziyetçi ve her işe burnunu sokan siyasal yapılar, toplumda bulunan doğal potansiyeli yok etmektedir. Bu durum cehaleti getirmekte, cehalet ise siyaseti beslemektedir. İşin özeti aslında, sorgulamanın önüne geçerek toplumu yapay gündemle idare etmektir.

****

1- A.M. Celal Şengör; Newton neden Türk Değildi?

2- Bernard Lewis; Hata Neredeydi? (2010).

3- Alexandre Koyre; Bilim Tarihi Yazıları (2000).

Son Yazılar

Sakarya. 1988 doğumlu. Kocaeli Üniversitesi. Elektrik Mühendisi.