Kocaman, beyaz ve boş bir sayfa hayal ediyorum öyle durup dururken. Sonra o kocaman beyaz sayfanın aşağıya ve yana doğru çektikçe genişlediğini, ucu bucağı olmadan büyüdüğünü fark ediyorum. Sonsuzluk kavramının, bazen hiç nitelendiremesem de, tarif edilebileceği yegâne örneklerinden biri bu uçsuz bucaksız beyaz kâğıt. Adalet kelimesi de benim için sonsuzluğu çağrıştırıyor, sonuna asla ulaşamadığımız uzay boşluğunu, böyle bir beyaz kâğıdı. Adalet uçsuz bucaksız bir kavram, özünde onun sınırları koymak anlamını taşıyor olduğunu bilsem de nereye çekersem oraya geleceğini düşünüyorum. Mesela çağrıştırdığı şeyler var, “hak” kelimesiyle kurulmuş ve kurulabilecek bütün cümlelerin bir araya gelip oluşturduğu bir kelime olabilir. İnsanların toplumda var olabilmesi için şahsi ve toplumsal hakları var ve ancak bu haklar koruma altında olduğunda toplumsal düzen sağlanabilir. Bu düzeni sağlama yetkisi devlete ait ve bu düzeni sağlamının tek yolu da adil olmak, yani adalet. Peki, adaleti sağlama yetkisine sahip devlet, ne kadar adil davranabiliyor? Tarih boyu tartışmalara ev sahipliği yapmış adalet kavramı, Plato’sundan Aristo’suna, Aristo’sundan Sokrates’ine kadar bambaşka kalıplarda kendine yer bulabilmeyi başarmıştır. Din ve ahlak kuramlarıyla ele alındığında adalet kavramı, toplumsal düzeni sağlamanın yanı sıra vicdanın ve yetiştirilme tarzının da odak noktası olmuş oluyor.
Birçok kavram, aslında var olanının ötesinde başka anlamlara sahip ya da ben algılayabildiğim kadarına sahibim. Platoya göre devletin temel davranış biçimi olan adaletin, her devlet sisteminde farklı işlediğini düşünüyorum. Kimine göre haklı kimine göre haksız, kimine göre suçlu kimine göre suçsuz olan insanların kaderlerini belirleyen yargı sistemi aslında adalet. “Hangi devlet sistemi en adaletli sonuca ulaşıyor?” sorusu görece kazanıyor benim bakış açımda çünkü insanlar birbirinden farklıdır; dünyaya bakış açısı, savunduğu görüş, haklı gördüğü düşünce, vicdanının reva gördükleri. Elbette dünya çapında kabul görmüş genel geçer yargılarından bahsetmiyorum, hoş bahsetsem bile tecavüz gibi insanlığı açıkça katleden suçların bile hak ettiği cezayı bulamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir suçun üzerinde bile taraflar oluşturup haklı gösterilecek bir neden bulanabiliyor. Hukuki adalet sistemlerinin zayıf halkaları, vicdani adalet sistemimle çelişiyor. Resmiyete dökemediğim ama içimde yaşattığım adalet duygum, vicdanımdan etkilenen ve karar verirken bana yön veren o duygu, “adalet” olarak nitelendirilmiş kavramları kabul etmemi engelliyor. Yaşadığım süre boyunca şahit olduğum adaletsizliklerin, vicdanımla çelişmesine şaşırmıyorum.
Adalet isimli kitabında yazar Ann Leckie, adalet kavramına uzay boşluğunda yer vermiş. İlk bakışta uzayın sonsuzluğuyla adalet kavramının sonsuz algısı bağdaşsa da, buradaki adalet sistemi de hiyerarşiye dayanıyor. İşgal edip sahiplenmeyi seven insan ırkı, teknolojinin gelişmesiyle uzayı keşfedip işgal etmeye başlamış. Bu işgaller özel üretilen uzay gemileriyle yapılıyor ve bunlardan bir kısminin ismi de “Adalet”. İşgaller sırasında insan ırkı büyük bir tehditle karşı kaşıya kalıyor ve bu uğurda hain/hainler aranırken birçok masum insan canından oluyor. Buraya kadar size de tanıdık geldi mi? Birçok devletin mücadele etmeye çalıştığını sanarken içine düştüğü yanlış mekanizma, kurunun yanında yaşı da yakmak. Hain/Hainlerin yaptıklarını masum olanların kanlarıyla ödetmek ya da bile isteye bu kadere insanlığı mahkûm etmek. Bir tarafta hiyerarşiyle sağlanan adalet, bir tarafta vicdani adalet. Yapılan büyük ihanetlerin faturasını yargı eliyle masum insanlardan çıkartmak, ne kadar adaletli bir sistem diye düşünüyorum. Bu aslında hukuki bir yaklaşım bile değil, gerekli yetkilere sahip vicdansız insanların oyunlarından ibaret olsa gerek. Lackie uzayda bir savaş başlatmış, belki de bilgisayarlarımızda oynayabildiğimiz türden bir oyun ama gördüm ki, bu oyunda daha çok dünyadaki soğuk savaşı resmetmiş. Sanırım kendisi de öyle bir noktaya gelmiş ki, ilahi adaletin er geç tecelli edeceğini gösterebilmek için “adalet” ismini verdiği uzay gemilerini, masum insanları kurtarmaları için göndermiş.
Birçok farklı çerçevede ele alabileceğimiz adalet kavramı, insanın vicdanında başlayıp bir devlet yönetiminde, bir stratejide, bir savaşta yankılanarak sürüp gidebilir. Haklıya hak ettiğini vermek ya da haksızlığa boyun eğip haklıya zulüm etmek bu dünyada yaşadığımız sürece, kaçınılmaz olarak karşılaşacağımız iki durum. Bu durumda haklıya hak ettiğini vermek adaletin bir tecellisi gibi görünüyor. Dilerim, hayalimde canlanan uçsuz bucaksız o temiz, beyaz kâğıdın üzerine hiçbir zaman kara lekeler bulaşmaz. Vicdanım daima bana doğru olanı, adaletli olan yolu bulmama yardım eder. Dilerim, hiçbir zaman adaletsiz bir sistemin, bir savaşın kölesi olmazsınız. Vicdani adalet merhameti kamçılar ama bir gün, bir merhametsizin eline düşersek işte o zaman Lackie’nin sözleri hiç aklımdan çıkmayacak, “Adalet imparatorluğa gelecek, ancak intikam alındıktan sonra!” ve işte o zaman ilahi adalet tecelli edecek.
Kaynakça
Ann Leckie/ Ancillary Justice
(Türkçeye “Adalet” olarak çevrilmis)