Osmanlı İdaresi’nde Ezidiler
XIX. yy’ın başlarından itibaren Osmanlı arşiv belgelerine sıkça konu olan Ezidilerin bu belgelerde, genellikle asayişi bozdukları, vergi, askerlik hükümlülüklerinden kaçtıkları ve askeri kuvvetlere boyun eğmediklerine dair bilgiler yer alır.
Ezidiler, son şeyhleri Şeyh Fahrettin, Mısır’da Moğollar tarafından öldürülünce, Irak, Suriye ve Anadolu’ya yayılmaya başladılar. İlk yerleştikleri yerler Diyarbakır ve Siirt’in dağlık bölgeleriydi. Bu bölgelerde ’’Sohbetiye ve Adeviyye’’ adı altında Moğollara karşı Türkmenlerle birlikte mücadele ettiler. Bu dağlık bölgelerde ikamet eden Kürtler arasında da Ezidilik hızla yayılmaya başladı. Fakat Irak’ın Moğollar tarafından istila edilmesi Ezidiler için yeni bir dönüm noktası oldu. Derler ki bu olaydan sonra Ezidiler, bir daha belini doğrultamadı.
Ezidiler, sırasıyla Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve son olarak Osmanlı Devleti’ne bağlı olarak yaşadılar. Karakoyunluların lideri Kara Yusuf döneminde Ezidiler, bu devletin hâkimiyeti altına girer. Kara Yusuf da Ezidi olan Mahmudi kabilesinin lideri Şeyh Hasan’a Karakoyunlu devletine hizmetinden dolayı Van Gölü’nün doğusunu armağan eder. Bu olaydan sonra Şeyh Hasan, Karakoyunlulara olan desteğini iyice arttırır. Durum böyle olunca da Hakkâri valisi İzzettin Şer, dönemin Bitlis valisinden hemen yardım ister. İzzettin Şer, Bitlis valisinden gelen yardımlarla Ezidilere saldırıp onları yenmekle kalmaz Ezidi lideri Şeyh Hasan’ı da öldürür. Daha sonra dağılmakta olan Ezidileri, Şeyh Hasan’ın torunu İvez Bey yeniden bir araya getirmeyi başarır. Ancak Karakoyunlu devletinin 1433 yılında yıkılmasıyla Ezidiler, Akkoyunlu Devletini desteklemeye başlar. Akkoyunluların kısa bir müddet sonra yıkılmasıyla birlikte Ezidiler, tarih sahnesinde tek başlarına kaldılar.
XVI. yy’a geldiğimizde Ezidilerin yoğun olarak yaşdıkları bölgeler, Osmanlı Devleti ve Safevi Devleti sınırları içerisinde kaldı. Bu iki devletin mücadelelerinden en çok etkilenen de Ezidi aşiretleri olan Mahmudiler, Dasniler ve Dünbeliler’di. Etrafı düşmanlarla çevrili olan Ezidiler, zaman zaman gerçekleşen kıyımlarla yok olmaya yüz tuttukları gibi kendi içlerindeki çatışmalardan ötürü de bir türlü düşmanlarına karşı birlik oluşturamadılar. Bazen de kendi menfaatini gözetecekleri yerde kendi aralarındaki ipe sapa gelmez menfaatler peşinde koşmaları dağılışlarını daha da hızlandırdı. Çünkü küçük gibi görünen bu çatışmalar, Ezidilerin enerjisini gereksiz yere harcamaktaydı.
Yavuz Sultan Selim’le birlikte Osmanlı Devleti’nde doğuya doğru seferler düzenlendi. Dolayısıyla bu seferler devletin görünümünü de değiştirdi. Zira Padişah’ın Anadolu’ya sefere çıkmasının başlıca iki önemli nedeni vardı. Bunlar; Anadolu’daki Türk çevrelerinde Şii-Safevi ayaklanmalarının ortaya çıkması ve uluslararası ticaret yollarının yön değiştirmesiydi. 1514’te Çaldıran savaşından galip çıktığında da Diyarbakır, Mardin, Midyat, Musul, Nusaybin ve Urfa Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeydi. Padişah, Çaldıran’daki başarısından dolayı oldukça tatmin olmasına rağmen tedbiri elden bırakmadı ve Anadolu’daki nüfuzunu iyice güçlendirdi. Hatta Yavuz Sultan Selim, topraklarının bütünlüğünü korumak ve isyan etmelerini engellemek için Kürt beylerine özerklik vermekten bile kaçınmadı. Fakat asıl amacı Kürtleri Safevilere karşı bir koz olarak kullanmaktı.
Yavuz Sultan Selim’den sonra tahta geçen Kanuni Sultan Süleyman, 1534’te Batı’daki sorunları hallettikten sonra Doğuya yöneldi; ancak daha önce Safevilere biat eden Ezidi aşireti Mahmudiler, Osmanlı ordusunun saldırılarına maruz kalmamak için Osmanlı Devleti’nin tarafına geçti.
Aynı tarihlerde Bağdat da Osmanlı Devleti’nin eline geçti. Musul ve Bağdat arasını tutan Şii Soran Emiri infaz edildi ve Mahmudi aşiretinden Hüseyin Bey, Erbil’e vali olarak atanarak Soran Emiri’nin toprakları da kendisine verildi. Fakat bir müddet sonra Soran Emiri’nin yeğeni Erbil’i tekrar aldı. Bu yenilgiden sonra Hüseyin Bey, İstanbul’a çağrılarak idam edildi. Bu idam Ezidilerin başkent İstanbul’da tanınmasına sebep oldu. Gene de Kanuni Sultan Süleyman, Ezidilere pek sıcak bakmadı. Erbil’i ele geçiren Soran Kürtleri ise Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını bildirince, Mahmudi aşiretinin varlığı artık Osmanlı Devleti için herhangi bir anlam ifade etmediğinden aşiret lideri de idam edildi.
İvez Bey’in yerine geçen yeğeni Emir Bey, aynı anda hem Osmanlı Devleti’ni hem de Safevileri desteklediğinden 1535 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Tebriz seferi sonrasında yakalattırılarak öldürüldü. Yerine geçen Hasan Bey de Safevilere bağlandı; ama 1550’de Osmanlı Devleti’ne itaat ederek Van’da bulunan Osmanlı valisiyle Osmanlı Devleti orduları içinde görev aldı. Bu politikasından ötürü İstanbul’un takdirini almayı başaran Hasan Bey, ölünceye kadar bu şekilde hayatına devam etti. Bir rivayete göre, aşireti içinde yaşayan Ezidi inançlarını kökünden yıkmak için medrese ve camiler yaptırdı. Bu rivayeti güvenilir kılan yanı da o öldüğünde aşiretine bağlı birçok Ezidinin İslamiyet’i kabul etmiş olmasıdır.
Bu bölgede yaşayan bir diğer Ezidi aşireti Dünbeliler, Akkoyunlularla iyi ilişkiler kurdu. Bu yüzden olacak ki hem Osmanlı Devleti ile hem de diğer Ezidi aşiretleriyle iyi ilişkiler içine hiç girmedi. Fakat Osmanlı Devleti, Dünbeliler’i mağlup edince onlar da Mahmudiler gibi Osmanlı Devletine itaatlerini bildirdiler. Fakat bu bağlılık kısa sürdü; çünkü Dünbeli aşiretinin başına geçen Hacı Bey, Safevilere bağlılığını bildirdi ve 1514’teki Çaldıran Savaşı’nda Safevilerin yanında yer aldılar. Safeviler yenilince Dünbeliler tekrar Osmanlı Devleti’ne bağlandılar.
Bu bölgede ikamet etmekte olan bir başka Ezidi aşireti ise Dasniler’dir. Aşiret Bey’i Hasan Bey’e, Sultan Selim’e sadakatinden ötürü tımar olarak Erbil ve çevresi verildi. Daha sonra bölgenin Müslüman valisi Mir Seyfettin, Safeviler tarafına geçince tekrar bu bölgeye geldi ve Dasnilerle savaştı. Bu savaş sonucunda bölgeyi fethetti; ancak bu başarısızlığa kızan Sultan Selim onu İstanbul’a çağırtarak öldürttü.
Ezidilerin yürüttükleri bu denge politikası 1715’e kadar devam etti. Fakat bu zaman zarfında Osmanlı Devleti’ndeki Ezidilerin kitap ve sünneti kabul etmedikleri, ulemadan nefret ettikleri ve Müslümanları gördükleri yerde öldürmeleriyle ilgili olarak birçok fetva verildi.
1715’te Ezidiler tekrar tarih sahnesine çıkmayı başardılar. Bu dönemde Müslümanların hepsini düşman olarak kabul ettiklerinden kendileriyle herhangi bir ilişki içine girmezlerdi, ancak fırsat buldukça Müslümanlara karşı saldırılarda bulunmaktan hiç kaçınmazlardı. Ezidilerin bu faaliyetlerinden dolayı Melik Muzaffer Gazanfer Aslan, padişah’ın emriyle Ezidiler üzerine harekete geçti. Ezidiler, Melik’in saldırılarının karşısında tutunamayarak Hatuniye kalesine sığınmak zorunda kaldı. Mezkûr vezir, bununla kalmayıp 1715’te Hatuniye kalesine de saldırdı. Buradaki Ezidilerin çoğunu katlettiği gibi mallarını da ganimet olarak gasp etti. Buna rağmen Ezidiler pes etmedi. Kendi kabuğuna çekilerek toparlanmayı başardılar ve fırsat buldukça tekrar saldırıya geçtiler. Öyle ki Ezidiler, hiçbir zaman uzun süreli bir boyun eğme politikası gütmediler. Bu da özgürlüklerine ne kadar düşkün olduklarına bir işaret olsa gerek.
Melik Muzaffer’in saldırısından sonra Ezidiler, tekrar harekete geçti ve Müslümanların mallarını gasp etmeye başladılar. Nihayetinde 1784’te Rewanduz ve Zeybar bölgesinde yaşayan insanlar milis birlikler oluşturarak Ezidileri yenmeyi başardılar. Bu olaydan sonra 1794’te Lafzullah Efendi, Bağdat valisi Ali Paşa’yla birlikte Ezidilere karşı tekrar saldırıda bulundular. Yedi yıl sonra Bağdat valiliğine tekrar atanan Süleyman Paşa, Ezidilere saldırarak onları tekrar yenmeyi başardı. Buradaki seferlerin yapılış amaçlarından biri hem Ezidileri ıslah etmek hem talan ettikleri malları geri almak içindi.
***
Davut HUT, Osmanlı İdaresi ve Ezidiler, http://www.ordaf.org/osmanli-idaresi-ve-yezidiler/, E.T. 19.09.204
Deniz YILMAZ, Güneş’e Secde Eden Halk Yezidiler, Asi kitap, İstanbul, s.199.
LESCOT, a.g.e., s.184.
Jean-Paul ROUX, Türklerin Tarihi, çev. Aykut Kazancıgil, Lale Arslan Özcan, Kabalcı yayınları, İstanbul
ve diğer a.g.eserler…