Coğrafyanın bir kader olduğu gerçeğini kimse inkâr edemez. Bunu biliyoruz. Bildiklerimizin arasında en önemlisi ise acıya tahammül ölçüsüdür. Dayanabilidiğimiz kadar terbiye ediliriz. Bu da bir gerçek. Dilimiz kana bulansa, yaramız tuza banılsa da neden diye sormak aklımıza bile gelmez ama. Aslında gelmesine gelir de ağzımız haddinden fazla ekşi olduğundan duymazdan/görmezden geliriz. İşimize gelmeyen faslı baş ağrıtmaktan öteye gitmez zaten. Ya başka tarafa kulak kesilmişizdir ya da çığlıklara sağır kalmışızdır. Üçüncü seçenek derseniz o da saha dışında. İçimizdeki vicdan kırıntıları kurumaya terk edildiğinden hiç tedirgin de olmayız. Deşildikçe kanar o kadar. Damarlar birbirine çarparak kıkırdar kapı aralığında. Zaman geçer, gider ve an gelir kiralık bombalar patlar karşı komşumuzun bahçesinde. Yaşadıklarımızın buradaki payı tartışılmaz. Biz gene de yolu taşlardan temizleyelim, ki parmaklarımız bıngıldasın kaderden yana.
İyi de coğrafya kader de öteki olmak ne? Olan oldu diyerek kenara çekilemeyiz. Tarih ölüleri diriltemez, ama günahları yere sermekte üzerine yoktur.
İşte tam da burada bir ses fışkırır kuyudan. Kokusu sarar etrafı. Teninize bile işlemiştir halbuki bu sinsi koku, ama gıkınız çıkmaz. Çocukluğumda da ara sıra duyduğum bir kelime, sonraları mahcup bir derinliğe bıraktı kendini; çünkü bu kelimenin neye karşılık geldiğini çok sonra anlayabilmiştim. Anladığımdaysa kan damarlardan sulara akmış ve acılar kuyulara doldurulmuştu:
Ezidiler.
Babam bir Ezidinin kirvesiydi ve o da Almanya’ya kaçmak zorunda kalmıştı. Yüzünü görmediğim bir adamın cömertliği odaların duvarlarına işlenmiş gibiydi adeta: Bizden olmayan bir adamın! Dediğim gibi nedenler, niçinler bir başka konumuza dahildir. Kirve olmanın manevi ağırlığını bir kenara bıraktığımızda elimizde kayda değer bir taş kalır mı, işte onu sormak boynumuzun borcu. Bunu taşımak her yiğidin harcı da değildi. Hele ki bir Ezidi kirvesiyse bu…
Şimdi neden böyle bir başlık attığımıza açıklık getirmek ve yazdıklarımızın daha iyi anlaşılması açısından da ufak bir girizgah yapmamda herhangi bir beis görmüyorum doğrusu. ‘’Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım’’. Duvara yaslanıp uğuldamak bize yakışmazdı.
Şüphesiz dinler tarihi, tarih sahnesinde görülmüş, yaşamakta olan ve mensubu kalmamış bütün dinleri konu alır. Bunu yaparken hak-batıl ayrımı da yapmaz. Hatta dinin veya din duygusunun kökeninin yanında insana dair duygu ve düşünceleri de inceler. Bu dinlerden biri de Ezidilik ve dolayısıyla bu dine inanan Ezidiler’dir. Dilimiz döndüğünce kim oldukları, nerede yaşadıkları konusunda değinmeye çalışacağız! Tek seferde anlatmanın zorluğu bir yana bütün bunları buraya sığdıramayacağımızdan ”birkaç bölüm” olarak paylaşmayı uygun gördüm. Hem zaman hem mekan buna şimdilik el vermiyor zira. Sonrası zaman ve bu zaman.
Bazı kaynaklarda Ezidi isminin, eski Farsça’da ’’iyilik-güzellik’’ tanrısı olan ’’İzed ’’ veya Zerdüşt düşüncesindeki ’’Yezdan (Avesta dilinde Yazata, eski Hintçe’de Yacata yani tapılmaya değer, ayrıca Agni, İndra ve Savitar gibi tanrıların Veda’daki unvanı; aynı şekilde eşya adı olarak da geçmektedir. Yezdan kelimesi daha çok ilahi güçlerin ortak gücünü ifade etmek için kullanılmaktadır.) ’’dan geldiği yönündedir. Kürtçe’deki ’’ezdam (beni yaratan)’’ kelimesinden türediği de bir başka iddiadır. Bu görüşü savunanlara göre Ezidilik, İranî ve Âsurî unsurlarının karışımından ortaya çıktığından Mecusiliği temsil etmektedir. Buna göre kötülük, iyiliğin karşıtı olarak varolmaya devam ettiği sürece ’’şeytan’’ Tanrı’nın yaratıcı eli sıfatıyla yüceltilecektir. Bu sebeple bazı araştırmacılar ve diğer din mensupları yanılgıya düşüp Ezidileri ’’şeytana tapanlar’’ olarak isimlendirmiştir. Fakat Ezidilerin Yezid b. Uneyse el Harici’ye nispetle bu ismi aldıklarını savunan araştırmacıların varlığı durumu daha da çetrefilleştirdi.
Diğer taraftan baktığımızda Zerdüştlükte horoz, kutsal bir hayvan olarak kabul edilir. Ezidilikte de Melek Tavus, horoza (Tavus kuşu) benzer bir şekilde tasvir edilir. Ezidiler, Hz. Âdem’den sonraki ikinci ataları olarak kabul ettikleri Ez-da (Tanrı verdi) veya Ezdam’dan yola çıkarak kendilerini, Azday halkı, yani Ezidî veya Ezidîyan olarak adlandırmışlardır.
Ezda’dan geldiklerine inanan Ezidiler, Museviler, (Bir kişi, eğer Yahudi bir anneden doğmuşsa, nasıl yetiştirildiğine bakılmaksızın Yahudi olarak kabul edilir. Din olarak Yahudiliğe girmek mümkün olsa da, Yahudilik bir iman meselesi değildir. Yahudi olmak için biyolojik köken dini inançtan daha önemli bir ölçüttür. Yahudilik nesiller boyunca anneden çocuğa nakledilir; bu yüzden de istisnai olsa da, Yahudi olunmaz; doğulur. Bu, Yahudi bir baba ve Yahudi olmayan bir anneye sahip olan kimsenin bir Yahudi olarak kabul edilmediği anlamına gelir. Daha fazla bilgi için bkz: Fuat AYDIN, Yahudilik, İnsan yayınları, İstanbul 2010, s.7.) gibi kendi soylarından olmayan birinin bu mezhebe girmesini de uygun görmezler. Şevket Beysanoğlu’nun eserinde belirtildiği üzere, Yezidi soyu temizdir ve Yezidiler saf olarak Hz.Âdem’in kanından yaratılmışlardır; çünkü diğer insanların kanında Havvâ’nın kanı dolaşır, dolayısıyla kendilerini diğer ırklardan daha üstün görürler. Sadece Ezidi doğanların Ezidi olabildiğinden ’’etnik din’’ olarak da kabul edilir.
Birçok araştırmacı Ezidi isminin Yezid b. Muaviye (64/683)’den geldiğini ve menşei itibariyle de Şeyh Adiy b. Musafir (öl.555/1160 veya 557/1162)’e dayandığını belirtmektedir. Fakat Menzel, İslam Ansiklopedisi’nde bununla ilgili olarak şöyle bahseder:
Ezidiler’in bizzat yeni hissini taşıdıkları Ezidi adı, hiçbir şekilde, ne Yezid b.Unaysa, ne de İran’daki Yezd şehri ile ilgilidir. Bu isim, muhtemelen, fonetik kanunlarına uygun olarak gelişen şekli gösteren yeni Farsça’daki İzed (Melek Tanrı), Avesta dilinde Yazata Pehlevi dilinde Yazdan, modern Farsça’da Yazdan (Tanrı), Avesta da yazatanam, Pehlevi’de yaztan, yazdan, İzed’den gelmektedir ve Avesta’da geçen ‘’Yazdan’’ âyin ve merasimle ilgili olarak Yeni Farsça’ya girmiştir. Buna göre, bu kelime, bizzat kendileri tarafından kullanıldığı gibi, Ezidi’ İzidi veya İzdi (Tanrıya tapanlar), Yezidiler tarafından da bilinen bir iştikak olmalıdır.
Ezidilerin inançlarına bakıldığında bunların ’’Meleklere tapanlar’’ şeklinde isimlendirmeleri yerine, onları kötülemek maksadıyla Ezidilere haksız bir şekilde yakıştırılan lakap olan ’’Şeytan-perest’’ veya Abede-i iblis’tir. İnançları gereği gizlilik esasına dayanan kapalı bir toplum olmaları sebebiyle de ’’Çerağ Söndürenler’’ anlamını taşıyan mum söndürenler olarak da anıldıkları görülmüştür.
Verilen bu bilgiler doğrultusunda Ezidi isminin bu dindeki kökenine dair XIX. yy’ın ilk yarısında ortaya atılan teoriler içinde Ezidiler ile Şah Keyhüsrev’in kasadarı ve ’’İnananların prensi’’ olarak da adlandırılan Nasturî Yazdin arasında bir bağlantı da dikkat çekicidir. Bu gerekçeye de Yunan tarihinde Heraclius’un 672 Noel’ini kutladığı yer olarak bilinen Yazdin’in Kerkük dışındaki evinin Ezidilerin XIV. ve XVII. yy’da yaşadıkları yere oldukça yakın bir yer olduğu yönündedir.
***
Kaynaklar:
Halil İbrahim BULUT, İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011.
Rohat CEBE, Ersoy SOYDAN, Batman Yezidileri ve Yezidi Sözlü Kültürü, Batman Üniversitesi, Yaşam Bilimleri Dergisi, C. 1 2010.
Cevad MEŞKUR, Mehepler Tarihi Sözlüğü, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011.
Ahmet ÖZALP, Yezidiyye, Şamil İslam Ansiklopedisi, c.VI.
Şevket BEYSANOĞLU, İnançları, Gelenek ve Görenekleri ile Yezidiler, Neyir Matbaası, Ankara 1988.
T.H. MENZEL, Yezidiler, İ.A., c.XIII.
Fuat AYDIN, Yahudilik, İnsan yayınları, İstanbul 2010.
Mehmet Sait ÇAKAR, Yezidilik