Deforme

Her deforme eylemi aslında yeniden form vermeyi de içerir. Yani yıkım ve yapım eş zamanlı var olur. Her yıkımın içinde yapımı, her yapımın içinde de yıkımı, barındırması zorunluluktur. Tamamı ile boş bir alana bina ya da binalar yaptığımızı düşünelim, alanı düzeltmek için hafriyat yapmamız gerekebilir, bu bir deformedir. Çıktığımız her katta gökyüzünden alan çalarız, o da bir deformedir. Sonuçta katın yüksekliğine göre artık orada kuşlar eskisi gibi uçamaz veya çocuklar uçurtma uçuramazlar. Bütün bunlar olduktan sonra elimize bina ya da binalar geçecek, bunlar da yeni formlarımızdır.

Gerçekte yaşanan deformasyon bundan çok daha boyutlu olabiliyor. Örneğin eski bir mahalleye girip oradaki tüm maddi ve manevi kültür öğelerini yok edip yeni formlar oluşturabiliriz. Kentle bütünleşmiş parklar, asırlık, yarım asırlık ağaçlar yeni formlarımız için feda edilebilir. Ne de olsa yenisi daha güzel olacak, hem de kestiğimiz ağaçlardan daha fazlasını dikebiliriz. Peki o alanı hafızasına kazımış anılarıyla donatmış sıradan insanın hali ne olacak? O parkta şiir yazmış bir şairin ilhamı değil midir yıktığınız? Sökülen ağalarla birlikte el ele dolaşırken ağaçların gölgesine sığınan sevgilerin sarılmaları da sökülmedi mi?

Evet, hizmet yenilikler kimin içindi, insanlar için değil mi? Acaba insanlar kendilerine dayatılan yeni formlardan her zaman mutlu olurlar mı? Eski fakirhanelerinin yenileşen formuyla ”üst sınıflar”a bırakılmasından mutlu olana bir insan’a henüz rastlamadım.

Doğa deformeyi kurgulandığı şekilde sürdürürken, insan bu kurgunun sınırlarını zorlabiliyor. Çünkü insan gerçekliği olduğu gibi kabullenen değil, gerçekliğe yeniden form vererek yeni bir gerçeklik yaratan; bu gerçekliği kalıcı kültürle destekleyen yegane canlı türüdür. İnsan bu anlamda yaratıcıdır; sınırlı bir yaratıcı elindeki materyale şekil vermekten başka bir şey yapamayan bir aciz. İşte bu acziyet ”Tanrı” kavramını önümüze koyar. Sürecin onun dışında bir açıklaması tam olarak yapılamamaktadır. ”Tanrı”nın zor anlaşılabilir olması Mevlana’ya göre insan zihninin bir kusurudur. Mevlana’ya göre insan ancak bir kavramı karşıtıyla birlikte anlayabilir, ”iyi”nin anlaşılması için ”kötü” olmalıdır. Tanrının karşıtı yoktur, ondan dolayı insanlar tanrıyı anlamakta zorlanırlar(1). Evren’in materyali termodinamiğin ikinci yasası olan entropi’ye sıkı sıkıya bağlıdır(2). Buna göre materyaller olduğundan daha düzensiz bir form’a doğru deforme olma eğilimi taşımaktadırlar. Bu eğilim birbirleriyle etkileşimlerine göre hızlanır veya yavaşlar. Evren’de tespit edilen en düzensiz form ise ısı enerjisidir ve kaçınılmaz olarak her şey ısıya dönüşecektir. ”Son” bu kadar açıkken ”sonsuzluk” fikri nereden çıktı diye sormak gerekiyor? O halde ”sonsuzluk” kavramı ”Tanrı” kavramı olmadan açıklanamaz. Dolayısıyla iki seçeneğimiz bulunmakta; ya insanın bir gün tamamen yok olacak materyallere formlar vererek oyalandığını ve bir gün o formlarla birlikte yok olacağını kabul edeceğiz ya da ”Sonsuzluğun Sahibi”nin insan için başka bir planı olduğunu kabul edeceğiz. Hangisini kabul edersek edelim mevcut evrenin sınırları içinde bu formlar arasında debelenmekten kurtulamayacağımız kesindir.

O halde bu durumdan en rasyonel çıkış ”insan”ı mutlu eden formları oluşturmak, bu formları korumak ve geliştirmektir. Ancak gelişmişlik düzeyi yüksek olamayan toplumlarda daha sık rastladığımız gibi ”insan” bu kadar rasyonel olmayı becerememektedir. Bu beceriksizlik yüzünden insan, yeniden formlar oluşturmak için yaptığı girişimlerde mevcut güzellikleri deforme etmekte, öldürmekte ve kendi sonuna doğru emin adımlarla yürümektedir…

(1) Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, Defter:1, Beyit: 1130

(2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Entropi 25.04.2017

Son Yazılar