Merv Caddesi

Bugün günlerden herhangi bir perşembe. Zamanın uykumu delmesine ikna olmaya karar verdiğim bir gün yani ve suratım dünden biraz daha kırışık. Gözlerim ıslanmaktan tiksiniyor ve bunu annem bilmiyor henüz. Duvarların sırtıma iyi geldiğini, İsmet Özel’i eskisinden daha çok niçin sevdiğimi de eklersem yazdıklarım anlaşılır olmaktan kurtulmayacak gene de. Mevsimlerin suratımın üzerindeki yan etkisi acı vermekten öteye gitmiyor bir türlü. İnatçılık neresinde bu işin, derseniz cevap vermeye üşeniyorum derim. Zaten vereceğim cevap hiç kimseyi tatmin edemeyecek kadar kuşku barındırıyor içinde. Bunu söylediğime göre bir şeyler beni gerçekten ürkütmüş olmalı. Kızgınlığımdan dem vurmaya yanaşmıyorum bile. Kızarsam cadde karışır. Bu nasıl bir saçmalık böyle. Biz bir olamayız denilecek boyutuna varmak için ne yapmalı? Es mi geçmeli, yoksa?

E’yi gösteriyor parmaklarım. Dağınık kaldırımlar. Birbirine dokunmadan geçenler, dokunarak küfredenler, araba kornaları, küçük bacaklılar, terli amonyaklar herkes şahit caddeye. Fakat.

‘’Çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu.’’

E’li bir geçmişim olduğunu hatırlamayacak kadar suçlu gözlerim. Olağan rastlantılar arasında özüme yüz verebilseydim işin sonunu da görebilirdim. Tam da yeri gelmişken söylemeliyim: ‘’dumbidum dubidum dubidam’’. Sebat etmek kaçınılmaz bir mecburiyet dahilinde şuan. Kabahati başkasında aramaktan artık vazgeçmeliyim belki de. Ama ‘’sevmek mübalağa sanatıdır’’ dendiğine göre abartmayı kesmemeliyiz. Abarttığımız kadar varız nihayetinde. Neresi olursa olsun hiç fark etmez. Sonumuz kadere bağlanacak nihayetinde. Bir kader var yalnızca bizden bağımsız işleyen. Niye yazıyorum bunları, illa ki ben biliyorum. Bu mesele beni ilgilendirir daha çok ve biraz da terastaki kediyi.

Niçin buradayım mesela? (ne diye söyledim ki)

Mesele olmaktan çıkalı uzun zaman oldu bu durum. Bu soruların cevapları da hiç kimsenin umurunda değil mesela. Bizim meselemiz bu. Etrafıma bakıyorum, konuşmak istediğim kadınlara çarpıyor gözlerim. Aramızda bulanık mesafeler dışında hiçbir iz yok. Oysa hışt diyecek kadar yakındalar. Şiirden tiksinen kadınlar çoğalmış sanki. Arkamda bir ses. Ayak tıkırtısı. Gereksiz ayrıntılar. Sabahın körü ve üniformasız öğrenciler vesaire. Bir erkek, kulağına bir şeyler fısıldıyor bir kadının. Kenarda kaldırım. Karşı duruş derlerdi buna eskiler, eskiden olsaydı. Hepsi uyanmış durumdalar. Otogara gidip sonra hiçbir yere gitmeyip caddeye dönmeyi niçin bunca zaman akıl edemediğimi hatırlıyorum. Yapmalıydım oysa bu eşekliği. Çünkü kendimden beklemediğim şeyleri mantıklı bir izahla aramaya çalışmak bile işin mantıksız boyutunu kurtarmaya yetmeyecek. Ellerime bakıyorum, birçoklardan daha iri ve kalın hatlı. Kendimi sevmekten başka ne verebilirim ona (O, çok anlamlı ince bir ayrıntı burada). Geçelim bunları diyor ağzımın kenarı. Gürültü üstüme üstüme geliyor pervasızca. Kulağıma miting zırvalıkları değiyor. Beynimde borazanlar hunharca üflüyormuşçasına sinirlerim fokurduyor. Gökte uçurtmalar yerine artık ithal edilmiş beyaz boynuzlar uçuyor. Bu da bitecek, biliyorum. Biten onca saçma şey gibi. Bir şeyler daha değişecek benim dışımda. Öyle diyorlar durmadan. Değişen hep ben değilim demek ki, diye kendimi avutuyorum. Duvarda saat engel tanımadan yoluna bakıyor, bu keşmekeşin arasından sıyrılarak.

Herkes uykuda şu an. Yan oda. Karşı oda. Tüm odalar dolu. Sessizliğin kol gezdiği ve yalnızlığın caka sattığı saat diliminde parmaklarım oynuyor. İçimde kıymeti bilinmeyen bir huzursuzluk. Sabah uyandığımda şimdiye dair hiçbir izin kalmayacağını bilmek ne tuhaf. Acı demeli miyim, yoksa sadece bahsedip geçmeli miyim? Hiç görmediğim amcamın hiç tanımadığım çocukları kapımızı çalacağını duyuyorum defaten. Görmemeye devam etmek en doğrusu olmasa da işime gelen tarafı bu. Unutuyorum olanları. Üç maymunu oynamanın tam zamanı. Gözlerim uykudan kaçıyor. Politik gaflarla günler anlamını yitirmiyor nasılsa. Biz yapmasak da buradayız. Gidenler bizim dışımızdakiler. Dıştan gelenler zaten bizim hiç olmayanlar.

Pazara az zaman var. Telefonuma gelen fuzuli mesajlar. Sağa bakmak yasak. Sola bakmak suç. Peki ne yiyeceğiz? Adana kebap. Bunu yasaklayanın alnını karışlarım diyen adamların yüzleri gergin. Lambadan Alaaddin çıksa… Lambalara üf dese. Üf demesek of desek. Her şeyi es geçip müzik dinlesek. John Lee Hooker’dan boom boom’u sonuna kadar açsak. Komşuları rahatsız etsek. Uyanın desek. Kalkın desek. Desek de dayak desek. Ama bunları yapmak içimden gelmiyor işte.

İçimden geçen şu zalim soru:

‘’karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak’’ nasıl bir hinlik, e’ye sormak istiyorum.

Son Yazılar

Harun Aktaş Yazar:

''Toparlanın gitmiyoruz''