Toplumbilimine paralel kolektif hareketlerin grup zekâsı ile alakalı olma olasılığını bilirsiniz. Ki bunun ile birlikte asıl şüpheye düştüğümüz şey ise, en azından olgusal sorular hakkında yargıya varma söz konusunun grup dinamiğini çepeçevre saran çeşitli komplikasyonların bir araya gelmesi ile oluşan ve yanlış güdülerin bu dinamiğin derinine henüz ateşlenmemiş bir fitil olarak yerleştirildiği düşündüğümüzde, grup üyelerinin birbirleri ile ilişkili olan muhtemel ilişkileri zedeleyen sebepler ve doğurduğu gerekçelerinin düşünülüp, düşünülmediği!
Stanford Üniversitesi’nde yapılan tüm deneylerde, genellik ile kitle ne kadar büyük ise ve her ne kadar da iyi bir netice alınsa da, bu öncü deneylerin pek çoğundaki gruplar akademik dünya dışındakilerin bilmediği birtakım nedenlerden dolayı göreceli olarak çeşitli normlar baz alındığında oldukça küçük olduğu görülmüştü. Fakat yine de iyi bir performans göstermiş olmaları, grup dinamiğinin göreceli kavramsal boyutların pek ötesinde olduğunu da bize söylemeyebilir.
Çatışma içerisindeki gruplar, az veya çok bilinçli bir şekilde, ne olmuş olduğu, halen ne olduğu ve elbette ne olacağı konusunda hakim olanın kendi yorumları olmasını ister. Birincisi; başarısızlık, bireysellik kavramı ile bir kıvılcım halinde imiş gibi görünse de, grup üyeleri eğer birbirleri ile konuşmuyor ya da mevcut problem üzerinde birlikte fikir yürütmüyor ise bireyselcilik bir kıvılcım halinde olsa dahi bir anda alevlenip, bir kor halini alır. Bir ikincisi ise eğer grup kestirimi her zaman gruptaki herkesten daha iyi olmayacaktır. Çünkü grup içerisinde mutlaka gruptan daha iyi performans gösteren birkaç kişi kendini sivriltecek ve kendini ön plana çıkaracaktır. Bu bir bakıma iyi bir gelişme.
Nedenine gelecek olur isek de, yüksek performans göstermenin elbette bir ödülü var. Bunu borsa gibi düşünün. Her yaptığı atakta insanların katılımlarını sürdürmesi için pek geçerli bir neden sunar. Ki az önce de bahsettiğim gibi, bunun sebebi yaptığı ataklar ve yukarı doğru yapılan çıkışlardır. Tüm bu öne çıkışlar, bunu tetiklemekte ve pastasında paydaş aramaktadır. Fikir çeşitliliğin beraberinde getirdiği birçok şey de var. Olguların aykırılığı bir yana dursun, her bir kişi bazı özel formasyonlara sahip olmalı. Çünkü bağımsızlık insanların etraflarındaki kişilerin fikirleri ile belirlenmemektedir.
Belirli bir merkeziyet ile birlikte insanlar yerel bilgiler üzerinde uzmanlaşabilir. Ki bu muhtemel bir seçenektir. Bireysel tüm yargıları ortak kurallara dönüştürmek için bazı mekanizmalar vardır. Ve bu çark, farklı ve bağımsız insanlardan oluşan büyük bir gruba bir olasılık hakkında tahmin ya da kestirimlerin bulunmaları ile döner. Yıllardır da bize dayatıldığı, öğretildiği üzere hatalar birbirini götürmektedir. Kolektif bir çalışma için, enformasyon eşittir eksi hata denklemi kurulduğu vakit, en azından bir miktarda olsa enformasyon bulunmalı ve tüm olguların hatalar ve de kararlar ile alınıp, yine bu kararlar ile son bulduğunu unutulmamalıdır.
Kısmen bireysel yargıların yeterince isabetli olmamasından dolayı, bilişsel çeşitlilik sağlıklı bir karar almak için en önemli şart gibi görünüyor. Grup düşüncesi esasınca en önemli yanı, aykırı görüşleri sansürlemekten ziyade, diğer fikirleri bir şekilde imkansızmış gibi göstererek işlemesidir. Alışılmış bilgeliğe meydan okuyan enformasyon ya dışlandığı için, ya da mutlaka yanlış diye düşünülüp, akıl yürütüldüğünden, bireyler tartışmalardan kanıları güçlenmiş olarak, haklı olduklarına hep olduğundan daha çok inanırlar.
İlişkiler arası şeffaflığın açık bir bedeli de, aslında ayrı bir sorun. Şöyle ki; gruplar arası sıklıkla yapılan bir yanlış vardır. Ve bu yanlış grup üyelerinin birbirilerine karşı uyguladığı uyum baskısının sonucunda ortaya çıkmaktadır. Uyum baskısı ön plana çıktığında, birey farklı bir şeyi inandığından ötürü değil, grup karşı çıkmaktansa fikrini değiştirmenin daha kolay olduğuna inandığı için fikrini değiştirebilir. Uyum baskısının gücünü en net şekilde böyle özetleyebiliriz.
Bireysel uyum esaslarınca bireyin kendi içsel düzeneklerimiz içerisinde nereye bakacak olur isek bakalım, algılara sızan mefhum durumlar vardır. Varoluşun temel dinamiklerinden birinin de bu olduğu düşünülmektedir. Ki görülen o ki; bu olgu derhal bir öz eleştiri doğuruyor. Çünkü insan zihni uyum tanımını yapar iken, kendisini bir paradoksun içinde buluyor. Ve tüm armonik tekrarların işaret ettiği bir diğer husus ise her şeyin varoluş ile alakalı evrensel dinamiklerin kısır birer döngüden ibaret olduğu iddasının kesin ve keskin kanıtlarından birisine de burada rast geldiğimizi anlıyoruz. Ve bu rastlaşmamız bize bilişsel çeşitlilik ile bireysel uyum esaslarının kesişmesini sağlıyor.
Tüm bu uyumlanma duraklarına dönüp, konuyu toparlayacak olur isek; denge şüphesiz buradaki kilit rolünde bulunuyor. Tüm sistemler, tüm bireysel çeşitlilik kanunları eninde ya da sonunda kurulan bir denge sonrası bir ivme yakalar. Sonsuza dek sürdürüldüğü de görülmez, ama istikrar da burada pek önemli bir elzem olarak gözler önüne çıkabilir. Ki muhtemel olarak da çıkması gereklidir.