Evden Kaçtım…

 

 

Hayallerindeki işi yapanları çok takdir ederim. “Gerçekten olmak istedikleri mesleği seçmek” ile “puanının yettiği bölüme girmek” arasında tercih yapılan zamanda ben liseyi bitirdim.

ÖSS ve ÖYS sınavlarının hayatımızı kâbusa çevirdiği günlerde bir de ergenlik buhranlarıyla boğuştuk. İlerideki hayatımızı etkileyen bu sistemsel işkencesinin yanı sıra ailesel baskılar da vardı üniversite tercihlerimizde. “Falancanın kızı bilmem ne üniversitesini kazanmış!”, “Bilmem kim hanımın kızı şu bölümde okuyacakmış!” gibi iğnelemeler eksik olmazdı anne babamızın ağzında. Kendi isteklerinin, ideallerinin, yeteneklerinin arasına ebeveynlerinin hayallerini de eklemek zorunda hissederdin kendini. Anne babanın zamanında olmak isteyip de olamadığı, okumak isteyip de okuyamadığı bölüme mutlaka sen girmeliydin ki göğüsleri kabarsın! Ve tabi bunları yaparken aynı zamanda da seçeceğin mesleğin her daim geçerliliği olmalı, kolunda altın bilezik gibi durmalıydı.

Evdeki söylentilerden, okuldaki arkadaşlardan, öğretmenlerden sıra geldiğinde kendi iç sesinle ne istediğine kadar vermeye çalışırsın. Tercihlerinin ilk sıralarına çok havalı üniversiteleri ve bölümleri yazarsın, ya tutarsa diyerekten. Sonra altlara puanına göre girme ihtimalinin daha yüksek olduğu bölümleri eklersin. En sona da “eh artık buna da kesin girerim” dediğin yerleri koyarsın. Ve genelde de o en sondakiler olur…

 

İçimde uhdedir hala…

Benim üniversite tercihim tam da anlattığım gibi oldu. İlk tercihlerim hukuk, gazetecilik, radyo tv ve sinema bölümleriydi ki bunlardan ailemin haberi yoktu. Çünkü hepsine kendilerince verilecek gayet güzel itiraz cümleleri hazırdı.

“Anne hukuk yazıcam ilk sıraya!”

“Aman sen yapamazsın avukatlık mavukatlık hakimlik makimlik! Önüne gelen dosyaya zıyıl zıyıl ağlarsın sen, çok duygusalsın be kızım olmaz yani!!!”

“Baba gazetecilik yazıcam haberin olsun!”

“Sakın haa olmaz! Dilinin kemiği yok senin, ona buna olur olmaz şeyler yazarsın işten atılırsın, mahkemelerde sürünürsün!”

“Bakın son kararım radyo televizyon ve sinema yazıyorum ona göre!”

“Ne münasebet!!! Bizim sülaleden artist çıkmaz! Olamaz öyle bir şey sakın haa!”

Bütün itirazlara rağmen ben bu bölümleri yazdım tercihlerime. Oldu mu? Elbette ki olmadı çünkü “ya kazanırsam o zaman bizimkiler kesin göndermezler beni” korkusu vardı içimde.

Sonrasında alt sıralardaki tercihlerimden birini kazandım ve gittim üniversiteye. Okul bittikten sonra da asla kendi mesleğimi yapmadım. Eğitimini aldığım alanın dışında hep farklı sektörlerde çalıştım. Aynen üniversite tercihlerimde olduğu gibi çalıştığım işlerde de ailemin müdahalesi bitmedi, hatta artarak devam etti.

Önce şiddetle itiraz ettiler, beni caydırmak için ellerinden geleni yaptılar, sonrasında baktılar ki ben vazgeçmiyorum “aman ne halin varsa gör” dediler. Sonuçta da iyi olduğumu, mutlu olduğumu, başarılı olduğumu görünce de gururlandılar! Ya arkadaş anlamıyorum ki madem gururlanacaktınız ne diye bana o eziyeti çektirdiniz ha?

 

Kurpiyer mi olacakmışım!

Üniversiteden sonra turizmle uğraştım bir süre. Antalya’da çok kaliteli ve bu sektörün okulu sayılabilecek otellerde çalıştım. Ama beğendiremedik! Vay efendim ecnebilerle iş mi yapılırmış, bana gizlice domuz eti falan yedirirlermiş (hayal gücüne bakın rica ederim!), zaten uzaktaymışım falanmış da filanmış…

Kıbrıs’taki çok meşhur bir otelden gelen iş teklifini duyunca annemin tansiyonları fırladı, “kurpiyer yaparlar Allah muhafaza” ile başlayan cümlelerine “evlatlıktan reddederim seni, sütlerimi helal etmem” tehditleri de eklenince tırıs tırıs döndüm memlekete.

Bizimkilerin beğenebileceği işi gazetelerin iş ilanlarından aradım. CV’mi gönderdiğim bir firmadan telgraf geldi. Evet canım telgraf! Eskiden öyle e-posta ya da cep telefonu falan yoktu! Kapı çaldı bir gün, postacı elindeki telgrafı uzattı “şurayı imzalayın” dedi. Annemin tansiyonu yine fırladı “ayy borcumuz mu var Allah muhafaza eve postacı kâğıt getirdi” diye söylendi durdu. “Ay anne saçmalama allasen ne borcu! İş görüşmesine çağırıyorlar” dedim ama bu sefer de “iş görüşmesi” mantığını anlayamayan anneme her şeyi baştan anlatmak zorunda kaldım.

Kadın da haklı bir yerde, okuldan mezun olunca hemen atanmış devlet memuru olarak ve hayatında hiç CV hazırlamamış, iş görüşmesine gitmemiş, 30 sene çalışıp emekli olmuş. Garip geldi tabi bu durum.

Bu sefer de demez mi “sen niye onların ayağına gidiyorsun, seni çok istiyorlarsa eve gelip çayımızı içsinler!” Allahım sen benim aklımı koru emi! “Eh be kadın bana görücü gelmiyor, ben iş arıyorum farkında mısın?” dedim ama dinletemedim.

İlaç sektöründeki bir firmadan tıbbi mümessillik için iş başvuru yaptığımı, işin ne olduğunu, şartlarını falan anlattım. Vay efendim ben reprezant olamaz mışım (çok haklısın anne zaten bana her gün Amerika’dan CEO’luk teklifleri geliyor!), sünnetçi çantası gibi elimde taşıyamaz mışım (ayy kıyamam anacım benim narin ellerimi de düşünürmüş!), doktorların kapısında saatlerce bekletilemez mişim (kesinlikle haklısın valide sultan, zaten bizim sülalemiz de İngiliz kraliyetinden geliyor!), kalem ajanda dağıtmayı iş mi bellemişim ben (ne alaka yaa promosyon onlar bi kere, hem zaten sen de çok beğeniyorsun egzantirik şeyleri hemen çantana atıyorsun)!!!…

Kavga kıyamet beni o görüşmeye göndermemek için ellerinden geleni yaptılar. Görüşmeye gideceğim gün annem kapıyı kilitleyerek çıktı gitti evden! Ev ikinci katta, alttaki dükkânla beraber üçüncü kat oluyor. İş görüşmesi için şehirlerarası otobüse binip gidebilmem için yarım saatlik zamanım var. Ve ben evde kilitliyim!

 

Annem beni eve kilitledi!

Yok ama bir şekilde benim bu evden çıkmam lazım, koydum kafaya gideceğim o görüşmeye. Karşı komşumuz yaşlı karı koca, çok tonton insanlardı. Evlerimizin balkonları da aynı hizada, yan yana. İki balkonda da sürgülü camlar var. Klasik Türk geleneği olarak küçük olan balkonu camla kapatıp mutfağa dâhil etmek modası bizim evde de geçerli yani.

Çıktım balkona, sürgülü camı açtım. Yan balkon da aynı şekilde olduğundan camı elimle ittire ittire sürgüsünü açtım. Bizim balkondan komşunun balkona geçtim. Karşı komşunun evindeyim, tıpkı bir hırsız gibi! Yaşlı komşumuz Mustafa Amca nur içinde yatsın, beni görünce irkildi “annem ben uyurken pazara gitmiş, yanlışlıkla da kapıyı kilitlemiş, benim de acil işim var kusura bakma” dedim. Ne deseydim adama? Anam iş görüşmesine gitmeyeyim diye beni eve kilitledi mi deseydim?

Kan ter içinde koştura koştura otogara gittim ve bindim otobüse. Allahtan tam zamanında yetiştim görüşmeye.

Mülakat sıradan, normal olması gibi geçti. Benimle görüşen müdür bey “çok teşekkür ederiz geldiğiniz için, size sonucu daha sonra arkadaşlarımız bildirir” dedi. O anda benim sinirlerim mi bozuldu yoksa eve döndüğümde yiyeceğim azarın ve dayağın korkusu mu sardı nedir bilemiyorum ama başladım müdürün karşısında ağlamaya!

Ama nasıl ağlıyorum hıçkıra hıçkıra görmeniz lazım. Yazık adamcağız da şaşırdı, endişelendi, beni sakinleştirmeye çalıştı. Yok anam durduramıyorum kendimi, içimi çeke çeke ağlıyorum. Anlattım ben de olanları, o görüşmeye gelebilmek için nasıl mücadele verdiğimi tek tek anlattım. Adam gülmeye başladı, nasıl gülüyor ama… O güldükçe de ben daha çok ağlıyorum. “Siz şimdi beni işe almazsanız eve gidince ne diyeceğim ben? Zaten dayak yiyeceğim bari hiç olmazsa evden kaçtığıma değsin!” dedim kendimi tutamayıp. Adam bir kahkaha daha patlattı “tamam kız, aldım seni işe!” dedi. Ben kulaklarıma inanamayıp, doğru mu duydum diye şişen gözlerimi ovuşturdum. “İstanbul’da eğitim var, şurada olacak, şu kadar sürecek. Şu kadar maaş alacaksın, şu arabayı vereceğiz. Hadi hayırlı olsun” dedi.

Ben şok! İşe alındım ve üstelik de babamdan bile fazla maaş alacaktım, hem de araba! Daha ne isteyeyim! Sevinçten eğilip adamın elini öptüm, ay öpmez olaydım emi! Sümüklerim aktı adamın eline iyi mi! Gömleğimle sildim telaşla, o kadar mahcup olmuştum ki şaşkınlıktan bu sefer de koskoca adama sımsıkı sarılıp öpüverdim!

Kapıdan çıkarken adam hala kahkahalarla gülüyordu. Benim için kesin “çatlak bu kız” demiştir eminim.

Eve gittiğimde ne mi oldu? Annem balkonda beni bekliyordu!!! Sokağa girer girmez balkondan bağırdı “nasıl çıktın sen?” diye! Ama ben hiiçç oralı olmadım, duymadım bile. Ağzım kulaklarımda eve girdim, anneme sarıldım “senin sayende bugün işe alındım, şu kadar da maaş alıcam naaberr!” dedim.

Sonrası mı?…. Elbette ki burada bitmedi, neler oldu neler… Devamını da sonra yazayım…

 

 

Yazıda kullanılan görselin kaynağı https://pixabay.com

 

 

https://zoimou.wordpress.com

 

 

 

Son Yazılar

Kendime ait blog sayfamda yaşadığım olayları, Zoi Mou mahlası ile mizahi pencereden aktarıyorum. Çocukluğumdan beri tuttuğum günlüğümdeki olayları, yaşanmışlıkları ve tecrübelerimi, aile ilişkilerimi mizahi dille aktarmaya çalışıyorum. Güldürürken düşündürmek misyonu ile samimi ve akıcı anlatım tarzım olduğunu düşünüyorum. Hikayelerimde "Ailenizin kızı" ve hafif "saf" bir karakter çizmeye çalışıyorum. Okuyucuların keyif alması ve eğlenmesi en temel amacım.