Günümüz dünyasında bilgiye olan erişimin sadece bir tık kadar uzak olması, bilgiye aç insanoğlunu doyurmak için bir çare mi yoksa zihinlerin çöplüğe dönüşmesine vesile mi? Bu soru zihnimi uzun süredir meşgul etmekte. Bildiğimiz kadarıyla bilgiye erişimin bu denli “elimizin altında” olması insanlık tarihinde daha önce görülmemişti. Her yenilik, buluş ve ilerlemenin insanoğluna getirileri olduğu gibi götürüleri de olmakta. Bu tür konularda ateş metaforunu kullanmayı çok severim. Ateş, kişinin niyetine göre yemeğini de pişirir, yuvasını da ısıtır, ölümcül silah da olur, savaşların kaderini de belirler.
Çocukluğumuzda okul ödevlerini araştırmak için ansiklopedilerin sayfalarını çevirirdik. Günümüzde ise arama motorları sayesinde sadece birkaç tuşa basarak aradığımız konu ile ilgili veya ilgisiz tüm sonuçlara ulaşabiliyoruz. Evet ilgisiz. Bir saatte halledeceğimiz işimiz için oturduğumuz o koltukta farkında olmadan saatlerimizi harcıyoruz ve ancak yatağımıza girmek için kalkıyoruz. Öğrendiklerimiz ise anlık bilgi yüklenmeleri olduğu için beynimizin korteksinde kısa sinyaller oluşturup kaybolmaktan başka işlev görmüyor. Geride kalan yarım yamalak bilgiler ise belleğimizi çöplüğe dönüştürmekten başka işe yaramıyor. Bilgiye olan susuzluğumuzu dindirmek isterken seçici davranmamamızın cezasını hayatımızdan çalınan zamanla ödüyoruz.
Sadece aradıklarımızı bulmaya çalıştığımız vakitlerde değil, boş vakitlerimizi hoşça geçirmek istediğimizde de bilgi manipülasyonuna maruz kalıyoruz. Fransızca’dan dilimize geçen manipülasyon kelimesi için Türk Dil Kurumu “Seçme, ekleme ve çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme” açıklamasını uygun görmüş. Gerçekten de kelimenin tam anlamıyla bilgiler seçiliyor, ekleme ve çıkarma yoluyla değiştiriliyor ve yönlendiriliyoruz. Doğru ve yanlışın içi içe geçtiği böylesi sisli bir ortamda muğlaklıkları netleştirmeye çalışıyoruz.
Bu konu aslında birkaç kelam ile geçiştirilecek kadar kısa ve sığ bir konu değil. Üstüne kitapların yazıldığı, stratejilerin belirlendiği bir konu. Toplum mühendisliği kavramına aşinaysanız ne demek istediğimi anlamışsınızdır.
Özellikle sosyal medyanın dedikodu kazanına dönmesi doğru bilgiye ulaşmak ve yeni şeyler öğrenmek isteyen insanların zihinlerini gereksiz “bilgilerle” dolduruyor. Televizyon programlarına göz atmak istediğimiz zamanlarda zihnimiz biz farkında olmadan bilgi çöplüğüne dönüyor. Çevremize bakacak olursak, bilgi akışlarının ilgi akışları ile çakıştığını ve hayatımızda anlam ifade etmeyen birçok olayın ve olgunun zihinlerimizde gereksiz yer kapladığını görüyoruz. Maalesef çöplüğümüzü daha da büyütmekten başka bir şey yapmıyoruz.
Çok kısa bir ömrümüz var ve bu ömrümüzü olası en verimli şekilde değerlendirmek istesek bile bazen engelleri aşamıyoruz. Merak duygusunun devamlı manipüle edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Çoğu “içerik sağlayıcı” etrafımızdaki saçmalıkları ilgi duyulacak kıvama getirip merak duygumuzun önüne koymaktan başka bir iş yapmıyor. Esas anlatmak istediğim nokta şu ki bilginin ticareti elbette olur, verilen emeğin karşılığını her insan almak ister. Ancak altın aldığımızı zannederken altın suyuna batırılmış paslı demirlere sahip oluyoruz. Ticaretin en eski kurallarından biri olan ürüne kalitesi değerinde fiyat biçmek maalesef gerçekleşmemekte.
Şu soruyu sorduğunuzu duyar gibiyim: “O kadar ahkâm kesiyorsun, söyle o zaman çöplüğümüzü nasıl temizleyeceğiz?”
Her şeyden önce yapmamız gereken ilk şey çevremizdeki tüm bilgi kaynaklarını kendi süzgecimizden geçirmek ve zihnimizi tamamen arındırmak. Hamal yerine koyduğumuz nöronlarımıza adeta nefes aldırmalıyız. Kendimizi tanımaya başlayarak harekete geçmeliyiz. Yunus Emre’nin de dediği gibi:
“ilim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır.”
Kendimizi bilmeden, sevdiklerimizi anlamadan, çevremizi görmeden yaşadığımız hayat ne kadar bizim olabilir ki? Geçen her saniyenin ömrümüzden eksildiğini unutmamalıyız.
Sonraki adım ise aslında neyi bilmek istediğimize karar vermek. İnsanoğlu her zaman sahip olabileceğinden çok daha fazlasına sahip olmak ister. Buna bilgi de dâhildir. Ancak atalarımızın dediği gibi “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” da var. Gelişigüzel şekilde bilgi edinmeye çalışırsak doğru bildiklerimizi de karıştırmaya başlarız. Kendini bilen insan ne öğrenmek istediğinin farkında olan insandır. Bir konuda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olamayacağını bilir. Maalesef günümüz toplumunda bilgi sahibi olmadan yazılan onca yazı, söylenen onca söz lafügüzaf olarak kalmakta.
Toparlayacak olursak:
- Bilgi süzgecimizi her daim işlevsel tutmalıyız.
- Kendimizi bilmeliyiz.
- Ne bilmek istediğimizi bilmeliyiz.
- Bilmediğimizde de susabilmeliyiz.
En önemlisi ise “çöpümüzü” temizlemeyi asla unutmamalıyız. Sevgilerle.