“Çağın vebası” klişesine girip bunun ne olduğu hakkında fikir yürütürsem sanırım karar vereceğim kavram “procrastination” olurdu. Bu İngilizce kelimeyi irdelediğimiz zaman “pro-cras-ti-na-tion” şeklinde hecelerine ayrılmakta olup “gerçekleştirilmesi gereken bir işi yapmaktan kaçınmak” anlamına gelmektedir. Benim fikrime göre ise “belirgin bir neden göstermeksizin hayatını mahvetme eylemi”. Geriye dönüp baktığımızda, yanlışlarımızı o kadar net görüyoruz ki kendimize yaptığımız kötülükleri en büyük düşmanlarımızın bile yapamayacağını bir kez daha anlıyoruz.
Şahsen hayatımın en büyük sorunu olan bu kavramın Türkçe karşılığını çok düşündüm ama tam olarak karşılayabilecek bir kelime bulamadım. Belki “erteleme hastalığı” diyebiliriz. Şahsen bu çeviri de “procrastinator” ruh halini tam yansıtmıyor. Çünkü “procrastinator dostlarımız” sadece erteleme ile kalmıyor, aynı zamanda erteledikçe hayatını zindana çeviriyor. Hayatını zindana çevirdikçe kendini rahatlatacak daha farklı işler ile meşgul oluyor fakat bu eylemlerin de sonu gelmiyor. Resmen kısır döngü içerisindeki mum gibi eriyor. Dahası yaptıklarının da farkında. Farkındalığın verdiği vicdan azabı da peşini bırakmıyor.
Öncelikle şunu da belirtmek gerekir ki bir “procrastinator” isterse yapacağı işin en iyisini yapabileceğini düşünür. Kaldı ki bu iddiasını da gayet yerine getirebilir. Asla bir tembel gibi yapılması gereken çalışmaya karşı umursamamazlık içinde değildir. Aynı anda hem idealist hem de üşengeçtir. Stresi iliklerine kadar hisseder, fakat iş hareket etmeye geldiğinde yakıtsız araç gibidir. Tembel bir insan gibi “ne olacaksa olsun” ruh halinde değildir. Kendini harekete geçirmesi geciktikçe stres de doğru orantılı bir şekilde artar ve bu stresin altında ezildikçe ezilir. Bir procrastinator için “ilk hareket” aslında her şeydir. Genellikle de aranılan ilk hareket “çalışmayı yetiştirme stresi” olmaktadır.
Erteleme hastalığının nedenleri arasında şu maddeleri sayabiliriz:
- Yapılacak iş için gereken yeterli vaktin her zaman olduğu düşüncesi.
- Anlık mutluluklar ile stresi savuşturma isteği.
- Yapılacak işin mükemmel olması için gereken motivasyon kaynağının aranması.
- Yapılacak işten zevk alamama, angarya hissi.
- İşin tamamlanamayacağı korkusu, işin ağırlığı altında kalmak.
- Mükemmeliyetçilik.
- Anksiyete bozukluğu (kaygı bozukluğu).
Son iki madde biraz iddialı gelebilir. Aslında kendimize baktığımız zaman ne kadar doğru olduğunu görebiliriz. Kaldı ki “olduğu kadar” diyen insanoğlunun bu buhranlara girmesini bekleyemeyiz.
Peki, ne yapmalıyız da bizi mum gibi eritip tüketen ruh halinden kurtulmalıyız?
Her şeyden önce kendimizin farkında olmalıyız. Kendi bahanelerimizde kaybolup yolumuzu kaybetmemeliyiz. Hayatımıza gerçeğin gözlükleri ile bakmalıyız. Eğer bunu başarabilirsek geriye sadece çözüm yolunu uygulamak kalıyor. Bu çözüm yollarından biri ve en popüleri ise Francesco Cirillo isimli biri tarafından geliştirilen Pomodoro Tekniği. 1980’lerden beri çalışmakta sıkıntı çeken birçok insanın kullandığı ve çok memnun kaldığı bir teknik. İsmini ise İtalyanca “domates” kelimesinde almaktadır.
Şüphesiz ki en büyük sıkıntımız olan zaman yönetimini bu teknik ile bertaraf edebiliriz. En azından uygulayıcıları bu kanıya varmış durumdalar. Teknik gayet basit olmakla beraber büyük bir disiplin de istemektedir. 25 dakikalık çalışma saatleri ve 5 dakikalık molalar. Evet, hepsi bu kadar. Esas önemli kısım ise çalışmalarımızı önceliklerine göre sıralamamız, kısıtlı zamanda bir tek konuya odaklanmamız ve yoğunlaşmamızı sağlamamız. Bu 30 dakikalık bölüme 1 pomodoro denilmekte. 4 pomodoro sonrasında ise 30 dakikalık mola vermekteyiz. Diğer önemli nokta ise 5 dakikalık molalarımızda çalışmalarımızı asla düşünmemek. Günde 8 ile 16 pomodoro ideal sayılmakta.
Çalışmalarımız esnasında harici veya içsel bölünmeler yaşarsak tamamlanamayan pomodoromuzu çalışma kâğıdına işaretleyerek belirtiyoruz. Daha da iyi bir performans için kendimize güzel bir isteklendirme kaynağı oluşturuyoruz. Kısa, etkili ve aynı zamanda odaklanmamızı geliştiren güzel bir yöntem.
Bu yazıyı “dinlene dinlene” yazdığıma göre bir procrastinator olarak sanırım benim de pomodoro tekniğini uygulamam gerekiyor. Belki daha verimli yazılara imza atabilirim, kim bilir. Sevgilerle.