Eflatun (Platon) ve Mağara Alegorisi

Eflatun çok sevdiği hocasını felsefeye kurban vermesinden dolayı çok üzülür ve Atina’yı terk ederek uzun bir seyahate çıkar. Güney İtalya’da yaşayan pitagoraslarla olan diyaloğu sonrası felsefi sistemini derinden etkileyecek öğretilerle 12 yıl sonra Atina’ya döner. Orphik topluluklardan aldığı beden ve ruh, akıl ve madde, tanrı ve dünya ayrımı ile düalist mistisizmi felsefede hakim ilke haline getirir ve onu dini inanç vasfından bilimsel bir teori mesabesine yükseltir.

Akademiyi MÖ. 387′ de kurar. İdealar teorisini geliştirerek alemi ikiye çıkarır. Gerçek anlamda varlığı sadece akli olana atfeder ve maddi dünyada idealar dünyasının ancak sönük bir taklidini görür. Her şeyin bir ideası vardır, idealar kendi başına var olan, ezeli, ebedi, değişmez bir dünyayı oluştururlar ve ancak düşünceyle kavranılır. ”Göklerüstü” bir yerde bulunurlar ve duyumsal algılarımız gölgeli suretlerden ibarettir. Düşünce haricinde hiçbir nesnenin bilimsel olarak bilinemeyeceğini söyler.
İnsan dünyadaki en önemli şeydir. İnsanda ”duyumüstü” olan yani ruhtur. Felsefeyi dünyevi tutkularla ve bunlara karşılık gelen günahlarla kirlenmiş olan ruhların ilacı olarak görür. Dünyayı aşağılamış, ruhu ölümsüzleştirmiş.
Mağara alegorisi Platon tarafından ortaya atılan Antik çağ felsefesi‘nin en önemli alegorilerinden biridir.

Alegoriye göre bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler sadece karşılarındakini görebilmektelerdir. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarabilmek de imkansızdır.

Platon‘un düşüncesi bu alegori üzerinde şekillenir. Ona göre nesneler ve idealardan oluşan iki ayrı dünya vardır. İnsan bedensel olarak nesneler dünyasına aittir ve orada bulunmaktadır. Ancak ruhen bir zamanlar bulunduğu idealar dünyasından izleri kendisinde taşımaktadır.

Alegoride temel olarak mağaranın toplumu, zincirin o toplumsal yapı içerisinde var olan kuralları, mağaranın duvarına yansıyan gölgelerin toplumda kabul edilen doğruları sembolize ettiği ileri sürülebilir. Buna göre zincirini kıran birey, gerçek hakikatin peşine düşen bir filozofu olduğu kadar sorgulayan insanı da temsil etmektedir.

Hakiki felsefe ölüme duyulan özlem ve ölüm hazırlığıdır. Ruh ölümsüzdür, hem beden var olmadan önce vardı hemde gelecek dünyada da var olacaktır. İnsanın dünyadaki hayatına göre yargılama olacaktır, bu bir makul hakikattir. Sadece günahkar kullar dünyaya sürülmüştür ve gökten saf olarak inerler. Bedende ruhun bir aracıdır yalnızca. Hatta bedeni de engel olarak görür.

Her şeyin iyi ideasının gerçekleştirilmesi amacına boyun eğdirilmesi gerekir düşüncesinden yola çıkarak ”İdeal Devletin” nasıl olması gerektiğini şöyle açıklar. Devlet mutlak geçerlilikle donatılmalı, devletin asli vasfı, ruhun ebedi hayatına hazırlamak için işleyen bir kurum olarak görür ve ‘ ya krallar filozof olmalı ya da filozoflar kral olmalı” diyerek yöneticinin önemine vurgu yapar. Dünyayı dolayısıyla bedeni günahkar ruhların sürgün yeri olarak görür. Asıl amaç idealar alemi için yaşamaktır. Ruhu huzura kavuşturmak ve hesap verilir kılmak için kötülüğe savaş açar ve onu eğitimle ortadan kaldırılabileceğini savunur. Erdemin öğretilerek bu arınma işleminin gerçekleşeceğini dile getirir.

Kendini mahvederek yaşamayı bilenleri severim ben, çünkü onlardır öteye gidenler.

Kaynak

Grek Felsefesi, Eduard Zeller

186-223 bölüm

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ma%C4%9Fara_alegorisi

Son Yazılar