Parmaklarımın şuursuzlukları dilime yenik düşüyor ve hemen atlıyor kavganın ortasına, azılı bir düşmanın yakasına yapışırcasına. Siyah-beyaz filmler, Marlon Brando, Tuncel Kurtiz ve yerli Şener Şen; saklambaç ve babamın annemi aldattığı gençlik fotoğrafları… Bunları anlatarak ne geçecek elime, diye düşünürken buluyorum kendimi uykumun kenarında. Fakat gene de uçurumun uykudan daha tahrik edici bir yanı olduğuna ikna ediyorum kendimi. Uçurumlar, hedefe (amaç değil) ulaşmak için bir bahane değildir çünkü. Can sıkıntımı yatıştırıyorum başımı kaşıyarak. Cebime atıyorum sonra elim buruşmuş bir enkaza çarpıyor. Gözlerim perdeye saldırıyor. Dört mevsimin şımarıklığını içine çekerek adını sayıklıyorum Mia’nın:
http://thetorchentertainmentguide.com/bartons-movie-reviews-lff-special-la-la-land/
Tam da bunu dediğim için Mia’nın ağzından kıvrak replikler fışkırıyor. Acemilik bu kadar mı yakışır bir kadına diyorum kar düşüyor penceremin dibine. Sebastian yaklaşıyor Mia’nın dudaklarına; ama ışıklar rengini yitiriyor o anda. Kalabalığın çatallaşmış gerginliği elbiselerine değiyor. Ellerim dokunmak istediğim yerde olsa da kaşıntım ele veriyor parmaklarımı. İçimde düne dair biriktirdiklerimin ıslak yanlarını palas pandıras aktarmanın trajikomikliği suratımı ekşitiyor. Anlatmayı hedeflediğim şeyler ile anlattıklarım birbiriyle çelişiyor durmadan. Göğe bakıyorum ve daha da hassaslaşıyorum. Şehre mermiler yağıyordu ben bunları yazarken. Mia’nın gözleri köpek dişlerimin gıcırmasına sebep oluyordu. Kaplumbağa misali içe doğru çekilme hissi basıyor ve perdeyi üzerine örtüyorum karanlıktan kaçan kadınların yüzlerini.
İkinci perdenin ilk baharı:
Babamın korku dolu adımlarını yıllar geçmesine rağmen hâlâ suratımda hissebildiğime göre kimse kalkıp da babamın şımarıklığından dem vurmamalı. Baba ile korku ve oğul. Sadece anlamsal değil derinlik bakımından da farklıdırlar. Kavramlar bazen çok şeydir; ama herşey ( bazı şeyler bazen ayrı yazılmamalı) değildir kesinlikle. Bunları izah ettikten sonra bir kediye koşup içimi dökmemeliyim mesela özledim diye. Sırf birileri mutlu olacak diye kulaklarımı delmek istiyorum ama suratım geriliyor. İsmet Özel bu defa işime yaramadığından damarlarım büzülüyor.
Artık gözlerimiz fal taşı gibi açılmıyor. Geçmiş enkaz altında kalmış durumda. Yolumun karla kaplanmasını başka neyle izah edebilirdim yoksa? Aşklarımız, terk ettiklerimiz; yalnızlar, rıhtımlar, düşlediklerimiz, umutlarımız. Sonra Mia’nın sureti beliriyor aynada ve komşular bir kez daha perdeden bakıyor yüzüme.
Oysa meselenin aslı bu değildi Sebastian!