Şeb-i Arûs vakti

“Gel, gel ne olursan ol yine gel,
İster kâfir ister Mecusi ister puta tapan ol yine gel,
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…

Gel diyor, ne olursan ol yine gel. Gel gör ki kendini bul, aşkı bul. Bu kapı umut kapısı, kaybolanların çıkış kapısı. Yeter ki gelmeyi bil, gelirsen kalmayı bil.

Mevlâna Allah’a olan aşkını böyle dile getirdi ömrü boyunca. O halde neydi aşk? Aşk, şiddetli sevginin adıdır. Tasavvuf dilinde ise aşk, Allah’a muhabbetin adıdır.
Mevlâna’nın tasavvufu irfan, hakikat ve aşk aleminde olgunlaşmadır. Doğru yolu gösterme kâmil insanın hakkıdır. Mevlâna’ya göre tasavvuf yoluna giren insan, kendini unutmak yerine kendini bulur, kendine gelir. Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, hoşgörünün öncülerinden, bir din bilgini ve tasavvuf ehlidir.

Tasavvufta ise, dünyanın nasıl değil, neden var olduğunu anlamak gerekir. İslam dininde, kâinatı Allah yaratmış ve hemen ardından aşk ve muhabbetle yola devam etmiştir. Tasavvufa göre insan, “Evren nasıl yaratıldı?” diye değil, “Ben nereden geliyorum ve nereye gidiyorum? Bu geliş ve gidişte Yaradan’ın aşkına erişebilecek miyim?” diye sormalıdır. İşte Mevlâna ise bu geliş ve gidişte bulduğu soruların cevaplarını insanlara öğütler vererek iletmeye çalışmıştır.

Bu yolculuğu sırasında can dostu, Şems’i Tebrizî ile gerçek aşkı bulup, o aşkla kavrulmuştur. O her sözünde Allah’a olan aşkını dile getirip, insanlara gerçek aşkı bulmaları yönünde yol göstermiştir. En büyük destekçisi olan Şems ise, Mevlâna’ya bu konularda ayna olma görevini üstlenmiştir. Böylelikle kendi gönlündeki Allah aşkını Şems’te yaşattı Mevlâna. Büyük aşkı yansıtmıştı bir kere. Bu öyle büyük bir aşıktı ki hem Şems’i hem de Mevlâna’yı yakmıştı.
“Aşk, sandığın kadar değil, yandığın kadardır…” diyordu. Mevlâna yanmasında büyük payı olan dostu Şems’ten ayrıldıktan sonra ise tam bir Allah aşığı olup, içinde beslediği bu aşkın tohumlarını insanlara şiirleri ile iletiyordu. En önce ham olan Mevlâna, Şems’le birlikte pişmiş ve ondan sonra ise yanmıştı. Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna Celâleddîn 17 Aralık 1273 tarihinde pazar günü, aradığı aşkına kavuşmuştu. O, ölüm gününü yeniden doğuş olarak kabul ediyordu. “Ölüm, yaradılmışın, Yaradan’ına kavuşmasıdır, Şeb-i Arûs’dur” diyerek ölüm gününe düğün günü manasına gelen “ Şeb-i  Arûs” diyordu.

Bu aralar yine Şeb-i  Arûs vaktidir. Gecenin, karanlığına kavuştuğu, sabahın güneşine kavuştuğu an gibi Mevlâna’nın Mevla’sına kavuştuğu günler bu günler. Aşk ve muhabbetle anmalı Mevlâna’yı. Onun sözlerindeki manaları anlayabilmek gerekir. O değerli sözlerin kıymetini bilmek gerekir. Ne anlatmak istediğini anlayabilmek için, öncelikle Mevlâna’yı ve onun aşkını öğrenmek gerekir. Ne çok ihtiyacımız var bu sıralar, hoşgörü ve muhabbete.

Tam da bu zamanlar, onu anma zamanları, “geldim” diyebilme zamanları.

Geldim, Mevlâna’m geldim.
Ne idim ne oldum, nedir ahvalim?
Dergâhının kapısındayım, aç kapını geldim.
Bozmaktan utandığım tövbelerimle geldim.
Bilirim, bu kapı umut kapısı, aşk kapısı yanmaya geldim.
Tüm kapılar kapanırken birer birer,
aşk kapısını görmeye geldim.
Bu kapıda “Ya nasip” demeye, Allah selamı ile gelen belaya “Eyvallah” demeye geldim… Diyebilme vaktidir.

Şeb-i Arûs vaktidir. Bir olma, diri olma vaktidir. Benliği, Senliği bırakıp, ben sen olma, sen de ben olma vaktidir. Hoşgörü sevgi ve muhabbetle…

 

 

Fotoğraf: Fadime Çetinkaya

Son Yazılar

30 Ekim 1978 doğumlu, her şeyden önce kul, sonra evlat, eş ve anne olma çabasında...Yazmak ona iyi geliyor.