Tutku

Kitapları hayatını geçemeyen yazardır Jack London. Onun gibi dolu dolu yaşamış kaç insan vardır ki bu dünyada? Kısa bir ömre öyle maceralar, öyle hikâyeler sığdırmıştır ki, her birisi bir roman çekiciliğindedir. Aslında aynı zamanda yoksulluğun ve sefaletin de bir destanıdır hayat öyküsü. Nikâhsız bir ilişkinin neticesiyle başlayan sefil bir hayat, yarı akıllı, yarı deli bir anne, ruh çağırma seansları, para kazanma mecburiyeti, açlıkla geçmiş bir çocukluktan sonra gemilerde korsanlıkla, serserilikle geçmiş bir gençlik ve sonrası yazma tutkusuyla tutuşan, kimi zaman adanmış, kimi zaman bencil bir yetişkinlik… Jack London’ın hayatını kısaca böyle özetleyebiliriz.

Jack London’un hayatında beni en çok etkileyen şey tutkusuydu. Hangi şartta olursa olsun bir hedefe odaklanıyor ve tutkuyla o hedefini ve hayalini gerçekleştirmek için elinden geleni değil, elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Hedefine böyle kendisini adayan bir insanın başarıyı yakalamaması düşünülebilir mü? Hele de bu çabalar yetenekle destekleniyorsa… Jack London, o kadar yoğun ve derin yaşamıştı ki, onları anlatmasaydı, yazmasaydı belki de delirecekti.

Dolu dolu yaşamışlığın, herkesin sahip olamayacağı deneyimlere sahip olmanın ayrıcalığının ve engin gözlem yeteneğinin yazma becerisi halini alması belki kaderin bir cilvesiydi onda. Pekala farklı koşullarda, bu bütünlük onda bir müzik veya resim yeteneği olarak da belirebilirdi. Fakat kader onun yazmasını istiyordu. Ancak kaderinde olanı yaşar insan. Yani yaşantısı yol çizer ona, çektikleri ve içinde bulunduğu şartları.

Jack London’ın kendisini yazarak ifade edebileceğine inancı tamdı. Bu hedefine de tutkuyla bağlandı. Yılmadan, aldırmadan ve bıkmadan okudu ve yazdı. Ya yazar ya da heder olacaktı. Bu çılgın bir kumardı. Hayatını bu eksende tanzim etti. Hiçbir zorluk, hiçbir çıkmaz, hiçbir imkânsızlık yıldırmadı onu. Yıldıramazdı da. Çünkü onu bu yoldan çelecek hiçbir zaafı yoktu ve olmasına izin vermiyordu.

Sonunda istediği üne ve paraya, hayatının her aşaması zorluklarla geçmiş bir insan olarak yine yürek ve bilek zoruyla kavuştu. Gözü hep ulaşılması güç olandaydı. Başardıkça tüketerek tekrar başarma tutkusuyla yanıp tutuşuyordu. Her başarılı insan gibi gözü kara birisiydi. Menfaatler ve şartlar onu bağlamıyordu çoğu zaman. Doğru olduğuna inandığı şeyin peşine düşüyordu, ötesini düşünmeksizin. Bu yüzden böyle insanlar, vurgun yemekten korktukları için denizin dibindeki incileri elde edemeyen balıkçılara inat, her şeylerini riske etmeye hazırdırlar. Bu yüzden biz sıradan insanlara göre kaderlerine daha az bağımlıdırlar.

Diğer yandan Jack London çağının en etkili sosyalistlerinden birisiydi. Tabi her popüler sosyalist gibi egoist ve müsrif bir yaşam sürdü. Hep para kazanmak istedi. Kazandığı parayı ise har vurup harman savurdu. Bir şato inşa ettirdi, bir gemi yaptırdı, çiftlikler satın aldı, hayatında giren kadınlara evler açtı. Buna rağmen iyi bir sosyalist olduğu gerçeği gölgelenmedi hiç. Gözü pek ve girişken kişiliği her ortamda ve her platformda çekinmeden fikirlerinin propagandasını yapmasını sağladı. Bu yüzden karşıt görüştekiler bile ona saygı duyuyordu. Jack London, yaşayabileceği kadar yaşadığına inandığı bir zamanda intihar ederek hayatına son verdi. Öyle hızlı ve yoğun bir hayat yaşamıştı ki belki de ölümü beklemek ona ağır geldi.

Eserleri hayatını geçememiştir ama her bir eseri klasik olmuştur. Beyaz diş, Martin Eden, Âdemden Önce, Demir Ökçe, Vahşetin Çağrısı hangimizin gençlik yıllarında rastlamadığı eserlerdendir ki? Irving Stone’nun Jack London’nun hayatını ele aldığı “Dolu Dizgin Bir Denizci” isimli biyografik romanında daha yakından tanıma imkânı buldum Jack London’ı. Ve o koca hayat her haliyle bana şunu söylüyordu: Ne olursa olsun hayallerine tutkuyla bağlan.

Fotoğraf: http://www.ulkedesanat.com/wp-content/uploads/2016

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...