Terkediş

Şöyle bir baktı etrafına. Karanlıktan başka bir şey yoktu. Sıcak soluğunu soğuk havaya bir sigara dumanı gibi saldı. Ayın ışığıyla mavileşen duman kümesi gökyüzüne yükseldi. Yakası kalkık montunun ceplerinde olan ellerini daha bir yaklaştırdı üşüyen vücuduna. Saatin kaç olduğunu merak ettiği halde kol saatine bakmadı.

Çok uzaklarda havlayan sokak köpeklerinin seslerinden başka bir ses yoktu. Geceleri severdi nedense küçüklüğünden beri. Belki kalabalık bir ailede büyüdüğünden sadece geceleri sessizliği dinleyebildiği içindi bu. Üzerinde bulunduğu köprüden defalarca geçmişti ama hiç bu kadar ıssız görmemişti burayı. Oysa gündüzki kargaşanın biteceğine hiç inanası gelmezdi insanın. İnsanlar böyleydi işte, karıncalar gibi yuvalarından çıkar şehri içinden çıkılmaz bir kargaşaya boğar, sonra yuvalarına çekiliverirlerdi. En azından burası için durum böyleydi.

Ağzından çıkınca yoğunlaşan dumanlar, içinde karşı konulmaz bir sigara içme isteği uyandırdı. Fakat sigarayı bırakmıştı. Yanında sigara paketi olmadığı için kendine kızdı. Bir sigara olsaydı ah.

Buraya geldiğinden yani yaklaşık yarım saatten beri olduğu yerde dikilmiş kalmıştı. Soğuktan uyuşan bacakları açılsın diye yürümeye başladı. Ayak sesleri ıssız köprüde yankılanıyordu. Çıkardığı sesten rahatsız oldu. Adeta sessizliğe saygısızlık yapıyormuş gibi hissetti kendini. Aniden durdu.

Çok uzaklardan gelen ince bir sese kulak kabarttı. Gecenin sessizliğini yırtan bu ses gittikçe şiddetini arttırıyordu. İki sarı ışık birbirinden ayrılıp bir arabanın farlarına dönüşünce etrafı rahatsız edici bir ışık kapladı. Hızla yanından geçen arabanın gürültüsüyle sarsılmıştı. Araba gözden kaybolana kadar arkasından baktı. Bir arabanın bu kadar gürültü çıkarabildiğine hayret etti. Tekrar karanlığa gömülen köprünün üzerinde daha çok yalnızlaştığını hissetti.

Arka cebinden telefonunu çıkardı. Cebindeki sıcaktan bir anda soğuğa çıkan eline iğne gibi batıyordu ayaz. Telefonunun solgun beyaz ışığı ona biraz huzur verdi. Kendini anlık da olsa koltuğunda, evinde hissetti. Gerçi evi diye bir şey kalmamıştı artık. Son aramalara baktı. Onlarca numara arasından bir numarada durdu parmağı. Eli numaranın üzerinde olduğu halde, bir türlü inmiyordu. Sonunda öfkeyle ekranını karartarak, telefonu cebine attı.

Köprünün korkuluklarına doğru yürüdü elinde olmadan. Korkuluk demirlerinin buz gibi soğuk olduğunu bile bile demirlere tutundu. Işığı görülen şehre baktı bir süre. Milyarlarca insanın ondan habersiz olması ağrına gitti. Bunun mantıklı olmadığını biliyordu ama ağrına gitmişti işte. Birden garip bir bulantı duydu midesinde. Korkuluklardan biraz eğilerek aşağıya doğru tükürdü. Bir süre sonra aşağıdaki yola düşen tükürüğünün sesini duydu. Midesi daha çok bulandı. Sonra başını gökyüzüne doğru çevirdi. Bulutların arasındaki iltimaslı yerini alan ay dışında hiçbir gökyüzü nesnesi görünmüyordu. Yorgun yeryüzünden ayrılmak fikri onu üzüyordu. Neden üzmesindi ki, çocukluğu, gençliği, ailesi ve tüm tanıdıkları buradaydı. Ama bunlara rağmen o hep kendisini bir yabancı gibi görmüştü. Ait olmadığını hissetmişti yaşlı dünyaya. Bu yüzden hayatı boyunca sürekli farklı yerlere gitmiş, o şehir senin bu şehir benim yaşamıştı. Sonunda ise gitmesi gereken yerin dünya üzerinde bir yer olmadığına karar vermişti. Onun yeri dünya değildi. O kadar uzağa gitmeliydi ki, dünyayı sadece bir resim gibi izlemeliydi.

Bazen rüya âlemine sığındığı olurdu. Her zaman görmediği gerçekçi rüyalarından bazılarında bir bulutun üzerinde yükseldikçe yükseldiğini görürdü. Uyanmak istemediği bu rüyalar ona huzur verir, gerçeklerden uzaklaşmanın doyumsuz zevkini yaşatırdı. Telefonuna bir mesaj geldiğini belirten tiz sesle kendine geldi.

İsteksizce telefonu çıkararak mesajı okudu. Okumasıyla gözünden bir damla yaş süzülmesi bir oldu. Ne tepki vereceğini bilemiyordu. Aslında sevinmeliydi. İstediği şey olmuştu. Hayali gerçek olmuştu. Ama tahmin ettiği sevinci yaşayamıyordu şu an. Aksine yakıcı bir hüzün kaplamıştı ruhunu. İşte, dünyayı terk etme şansını yakalamıştı. Hem de yüz binlerce kişi arasından bunu başarmıştı. Onca testi geçmiş ve şanslı yüz kişiden biri olmuştu. Gidecekti hem de hiç dönememecesine hem de milyonlarca kilometre uzağa.

Tekrar gökyüzüne baktı. Gözleri gideceği yeri aradı görmesinin imkânsız olduğunu bile bile. Mesaj, Spacex firmasından geliyordu. 2024 yılında Mars’a gidecek gönüllüler arasında onun da ismi vardı. Bir süre öylece durdu. Sonra birden soyunmaya başladı. Önce montonu çıkarıp attı asfalta, sonra ayakkabılarını zorlukla çıkararak köprüden aşağı fırlattı. Ardından pantolonunu, gömleğini ve iç çamaşırlarını… Karanlıkta beyaz bir leke gibi beliren vücudu çırılçıplak kalmıştı. Ayaz, titreyen ve soğuktan kızaran vücudunu adeta vahşi bir hayvan gibi dişliyordu.

Karanlığa doğru yürümeye başladı. Ayağının altında dikenli bir buz kütlesi vardı sanki. Vücudunun katılaşmaya başladığını hissedince koşmaya başladı. Var gücüyle koşuyordu şimdi. Terleyen vücudu daha çok üşüyor, ayaklarının altını hissetmiyordu. Ateşin üzerinde eriyen bir buz kütlesi gibi karanlıkta yok olup gitti.

Sonraları Mars’ta arkadaşlarıyla yaptığı bir sohbet esnasında bu yaptığını şöyle açıklayacaktı: “Çıplak ve aciz geldiğim dünyaya aynı şekilde veda etmek istedim. Tabi bir ayımı yatakta geçirmek pahasına oldu bu.”

Fotoğraf: http://sergahdergi.com/yalnizlik-uzerine/

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...