Son zamanlarda kadına uygulanan şiddetle alakalı haberler medyada öne çıkıyor. Kadına eşi, babası, nişanlısı, eski kocası, abisi, kardeşi gibi birçok kişi tarafından uygulanan şiddet ekranlardan bol sosla boca edilerek bunun toplumda uyandırdığı infialden bahsediliyor.
Konuya dair olarak zihinlerde karma karışık durumlar asılı durmakta.
Cevaplanmayı bekleyen birçok soru daha sorulabilebilmiş bile değilken, sayısız reçeteler sunulduğunu görmekteyiz. Hem şiddet diyerek tanımladığınız şey nedir? Sadece fiziki bir müdahale ve karşındakinde bir darp izi bırakma eylemi midir? Bana sorarsanız sistematik olarak uygulanan psikolojik ve sosyolojik bir şiddetin pençesi altında yaşıyor insanlar. Bunların başında tabiî ki geçim ve gelecek endişesinin insan üzerinde bıraktığı ağır şiddet emarelerini görmek gerekir.
Konuyu daha geniş ele alacak olursak; bugünün Türkiye’sinde şiddet görenleri ve gösterenleri belirlemeye çalışsak belki yeni bir bakış açısı getirebiliriz şiddet mevzuuna. Şiddeti yaşam biçimi olarak gören ve normalize eden bir topluma dönüşüyoruz ne yazık ki. Bu durumu kundaktaki bebeğinden tutun da eli bastonlu dedesine kadar her kesimden insanımızın yer aldığı şiddet manzaralarında görmek mümkün.
İş yerinde, evde, sokakta, okulda, hastanede, televizyonda ve internette şiddetin birçok türüyle zihinlerimiz ve yüreklerimiz devamlı olarak tarumar ediliyor. Mevki, maddi güç veya beden gücü olarak üstün olanın daha zayıf olana tahakküm edebileceği açıkça veya satır aralarında sürekli enjekte ediliyor damarlarımıza. Sevgi ve merhamet adı anılmayan eski dostlar olmuş artık. En kötüsü de biz bunu giderek kanıksıyoruz.
Şiddetin hangi kaynaklardan beslendiğini ortaya koyamazsak, bu soruna uygulayacağımız tedavi ve vereceğiniz ilaç toplumda ve bireyde gerekli iyileşmeyi sağlayamaz. Bu girift meselenin her yönünü bir köşe yazısında ele almak mümkün değil elbette ancak; şiddetin kadına yönelik olanının daha görünür oluşundan yola çıkarak şunları söyleyebilirim:
Kadın kimdir?
Toplum olarak kadına yüklediğiniz misyon ve görevler nelerdir, artan şiddet kadınlık rollerindeki değişikliğin bir sonucu mudur?
Kadının sorumlulukları nerede başlar ve nerede biter? Bu sorumlulukları kim belirler ve bunları belirlerken kullandığımız kıstaslar nelerdir?
Kadının sosyo-ekonomik konumu ne olmalıdır?
Kadının ev içindeki görev ve sorumlulukları nelerdir? Kadınlık eşittir annelik midir?
Kadının birey ve bir kul olarak hayatıyla ilgili kararlarını vermesinin önünde hangi engeller vardır?
Bu soruları çoğaltmak mümkün, sabırlı okuyucu bunlardan kaçına net cevap verebilir bilmiyorum! Bu soruların dillendirilmesinden bile çok rahatsız olan kadın ve erkek okuyucular olmuştur eminim. Böylesi sorular da sorulur mu canım diyenler de vardır muhakkak. Ama sormazsak nasıl cevap bulacağız?
Ancak realiteyi görmezden gelemeyiz. Ataerkil bir toplumda yaşıyoruz. Erkek egemen toplum kuralları belirlerken her aracı kullanmayı meşru görebiliyor, kullanılan araçların en başında da din geliyor ne yazık ki.
Bana sorarsanız kadına bakışımızı etkileyen en önemli saik yanlış bir din tasavvurundan kaynaklanan, öteleyen, baskılayan, dışlayan bir kadın algısı. Bu İslam dinin kadına yüklediği anlam değil; kendilerinin Müslüman olduğunu söylerken; Kitabı ve Peygamberi anlamaktan uzak zorba bir düşüncenin İslam kisvesi altında tabulaştırılarak geleneğe mahkûm ettiği egosudur.
Yukarıda tespitlerden hareketle kadın algımızı yeniden gözden geçirmek ve şiddetin tanımlamasını yeniden yapmak gerekir diye düşünüyorum. Vesselam…