Aşkların en güzeli

Aşkların en güzeli…

Geçen gün yolda yürürken karşıdan gelen yaşlı bir çifte gözüm takıldı. Muhtemelen 80 küsurlu yaşlarda şirin mi şirin tontonlar… El ele tutuşmuş yürüyorlardı. Konuşurken durup, birbirlerinin gözlerine bakarak dinliyorlardı. Güldüklerinde gözlerinin içi gülüyordu. Yüzlerindeki derin kırışıklıkların ayrı hatırası var gibiydi…

Hayran kaldım bu tontonlara. Birbirlerine duydukları sevgi çok netti. Besledikleri aşk hissediliyordu dışarıdan. Ve içten içe de imrendim açıkçası. Kıskandım bu sevgiyi belki de… Hani eski aşklar derler ya, öyleydi bu tontonlar.

Aşkın eskisi mi olur derseniz, evet olur! Aşkı nasıl hissettiğin değil, nasıl yaşadığın anlamlı kılar. Nedense hızlı tüketir olduk aşkı. Gördün, tanıdın, yaşadın ve bitti! Sonra hop gelsin yenisi! Bu mudur yani aşk? Bu kadar kolay mıdır?

Okul zamanlarımızda sınıftaki askılara, hoşlandığımız çocuğun (hoşlanmak vardı o zamanlar) paltosunun üstüne asardık kendimizinkini. Onun kokusunu içimize çekmek diye bir şey vardı çünkü…

Teneffüste bahçede karşılaşmak için can atardık. Yanımızdan geçerken gözlerimizin içine bakması bile yeterliydi…

Öyle buluşmak, birlikte bir yerlere gitmek falan nerde… En fazla, sınıfla birlikte pikniğe gidersin, o da annen izin verirse tabi! Oynadıkları top güm diye senin masana gelir, dağıtır tüm sofrayı ama sen mutlu olursun. Niye; çünkü topu almaya o gelmiştir! Senin için gelmiştir ya gerisi önemli değildir…

 

Senin için…

Konuşmadan, oracıkta öyle bakışabilmek bile mutluluk vermiştir ya başka bir şey istemezsin. Neticede konuşmak sadece sözle olmaz ki. Gözlerle de pek ala konuşulabilir…

Özlediğini de kızdığını da anlarsın gözlerinden. Bir bakışla çok şey anlatırsın. Kirpiklerinin sayısını ezberlemişsindir ya, gözlerine nasıl baktığını o düşünsün artık…

Kimseler görmesin istersin gözlerinizin buluştuğunu… Baş başa bir yere gitmek mümkün değildir o eski aşklarda. İlla arkadaşlarla topluca gidilecek her yere.

Nereye gittiğinin de bir önemi yoktur aslında, o varsa sen mutlusundur. Yan yana da oturamazsın, kimseler bilmesin anlamasın dersin. Sen bir köşede, o başka bir köşede oturursunuz öylece…

Kalabalık içinde bile onun sesini ayırt edersin. Şen kahkahasını duyarsın o uğultuda, dudaklarında müstehzi bir gülümseme oluşur. O keyifliyse, sen de keyiflisindir…

Yan yana oturamasan bile aynı mekânda olmanın sevinci vardır içinde. Aynı şeyleri yiyip içmek bile mutlu eder. Duvardaki aynadan, çaktırmadan buluşur gözleriniz.

Bilirsin ki senin için gelmiştir oraya. Yağmurlu bir akşamdı ama içimiz sıcacıktı dersin…

Eskileri eksilttiğimizden midir içimizdeki bu boşluk? Yoksa zamane aşklarının tatsızlığından mıdır eskiye bu özlem?…

 

 

Yazıda kullanılan görselin kaynağı https://pixabay.com

Son Yazılar

Kendime ait blog sayfamda yaşadığım olayları, Zoi Mou mahlası ile mizahi pencereden aktarıyorum. Çocukluğumdan beri tuttuğum günlüğümdeki olayları, yaşanmışlıkları ve tecrübelerimi, aile ilişkilerimi mizahi dille aktarmaya çalışıyorum. Güldürürken düşündürmek misyonu ile samimi ve akıcı anlatım tarzım olduğunu düşünüyorum. Hikayelerimde "Ailenizin kızı" ve hafif "saf" bir karakter çizmeye çalışıyorum. Okuyucuların keyif alması ve eğlenmesi en temel amacım.