Atımı bağladım ve geceyi öyküyle geçirmeye hazırdım

Atımı dinlenebileceği bir su kenarına bağladım. Önüne yemini koydum. Su kenarındaki çakıllı alanla, ağaçlık alan arasında ateşi yakıp kitabımı okumaya başladım. Keşke dedim, bu kitabı okurken yanımda Melisa Kesmez de olsa ve bir Zeki Müren şarkısı eşliğinde, birer kadeh rakı ile hikayeleri bir o bir ben birbirimize okuyabilsek.

Bir kadın hikâyeleri resitali seyrettim kitabı okurken. Aslında bu cümle şöyle de olabilirdi; Bir kadının hikâye resitalini seyrettim kitabı okurken. Kitabı yazanın bir kadın olmasından öte, hemen hemen ortak bir çizgisi olan kadın karakterlere sahip hikâyeleri içermesinden dolayı, hikâyelerin tamamını bir kadınla özdeşleştirmek mümkün.

Melisa Kesmez’in ilk eseri olan hikâye kitabı “Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz”den aklımda kalan ilk soru şu oldu; Kitabın ismi neden bu? Çünkü kitapta bu isimde bir öykü yok. Zannedersem, Melisa Kesmez, bir gecelik bir soluklanmaya eşlik edecek bir kitap olacağına işaret etmiş bu isimle.

130 sayfa ve 25 öyküden oluşan kitap, bir solukta olmasa bile, bir gecelik soluklanmada, bir iki duble rakı, birkaç sigara, birkaç damla gözyaşı ile Ahmet Kaya, Sezen Aksu, Zeki Müren ve Müslüm Gürses şarkıları eşliğinde okunabilecek bir kitap. Ben kitabı bir gecede bitirmedim. Beğendiğim kitapları sindirerek okuyabilmek için uzatmaya çalışıyorum. Bu şekilde okumanın bir faydası var mı bilmiyorum ama okuduğu kitapları çabuk unutan birisi olarak, bu hüzünlü hikâyelerin beni erken terk etmesini istemedim. Merak ediyorsanız, hikâyelerde geçen şarkıları, o hikâyeleri okurken özellikle dinledim.

Atları bağlayın2

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama ünlü bir yazarımız bir söyleşisinde –Murathan Mungan olabilir- kısa öykü yazmanın en zor yazım tarzlarından birisi olduğunu dile getirmişti. Melisa Kesmez, bu zorluğu kolaya çeviren bir tarzla kaleme almış öykülerini. Öyküleri genel olarak derleyecek olursak, yazar tüm öyküleri karakterlerin gözünden aktarmış. 25 Hikâyenin 22’sinde esas karakter kız çocuğu, ergen kadın ya da yetişkin kadın. 2 karakterin cinsiyeti belirgin değil ama kadın olduğu hissediliyor. Bir karakterin ise erkek olduğundan neredeyse eminim. Görüldüğü üzere birkaç küçük istisna dışında, kitap bir kadın öyküleri kitabı.

Kadın derken, şehirli, orta sınıf, marjinal, kaybeden, derdi olan ve bu derdi kendi ile sınırlı olmayan kadınları kast ediyorum. Hikâyelerin birçoğunda boşanmış veya erken yaşta ölmüş anne-babası olan, yine kendisi boşanmış, ayrılmış ya da ilişkisi iyi gitmeyen ana karakter mevcut.

Hikâyelerin ortak bileşeni hüzün. Hikâyelerde bir Türk melodramı havası da yok değil ama bu hava hikâyeleri o kadar bizden yapıyor ki. Bu hikâyeler içinde beni en çok etkileyen, kitabın ilk hikâyesi olan “Balık kraker” oldu. Annesi ile babası ayrılmış iki çocuğun –ki kahramanımız iki çocuktan abla olanı- annesi onları aşağıda arabada beklerken, ayrıldıkları eve, babalarını görmek için yaptıkları kısa ziyareti içeriyor. Hikâyelerin ana gövdesini içeren hüznün aralarına serpiştirilmiş mizah kırıntıları, hikâyeleri daha bir samimi, içten ve bizden hale getiriyor.

Hikâyeler kadın ana karakterler kadar güçlü kadın yan karakterler de içeriyor. Özellikle anneler, halalar, anneanneler. Bu karakterler, bazen hikâyede bir gölge olarak var olsalar da, ağırlıkları kendisini fazlası ile hissettiriyor. Örneğin “Kıpırtısız” isimli hikâyede, kızı tarafından evden kovulan annenin hikâyede yer aldığı sahne çok dar. Sadece apartman merdivenlerinde adımlarını ve sonra sokakta pencereden seyredilen kayboluşunu seyrediyoruz. Ama hikâyenin içine öyle bir yerleşiyor ki, hikâyenin karakteri bile onun gölgesinde kalıyor.

Hikâyeleri çekici yapan, kısa ama derin senaryoları değil sadece. Bu kadar kısa hikâyelerde, hayatın detayına giren cümleler, tespitler ve gözlemler okuyanı şaşırtıyor. Taşınmak için toplanan bir evin ortasındaki kolilerin üzerinde gezinen kedi, kadını terk edilmiş evdeki kornişten kopan perde, içinde yapma bir çiçek olan plastik çakmak, lavabonun içindeki domates kabukları, vitrinin içindeki kolonya şişesi, bıçak ucuna saplanıp ikram edilen elmalar, elle yıkanmış ve ters çevrilerek durulanan bardaktan damlayan sular, hikâyelerin içine sızmış ama bir kadına ait olduğu aşikâr kadın gözlemleri.

Hikâyelerin oturduğu toplumsal zemin, Türkiye’nin muhafazakar ve giderek muhafazakarlaşan yapısına uyumsuz. Ama bu Türkiye’de böyle bir toplumsal dokunun olmadığını göstermez. Bu nedenle, bazı eleştirilerde gözlemlediğim “uçuk hikâyeler” tanımını, açıkçası bu kitap için uygun bulmuyorum. Metropol hikâyeleri olduğunu kabul etmek mümkün ama hikâyelerin içine, özellikle yan karakterlerle giren taşra öğeleri de mevcut. “Halam” hikâyesindeki hala, “Sevgili Müslüm Baba”daki baba, “Ceyda’nın Dizleri”ndeki Memet, “Sarı Elmalar”daki baba, “Anneannemin Takma Dişleri”ndeki anneanne taşra rüzgârlarını taşıyorlar hikayeye.

Ama elbette tüm bunlara karşın, kaderlerini elinde tutmaya çalışan, hayatın dişlileri içinde yer alan ve doğal olarak o dişliler tarafından ezilen özgür ruhlu ama ruhları yaralı kadınlar hâkim hikâyelerde. Bu özgürlüğe içki, özellikle rakı içmek de dâhil.
Hayatımda bu kadar anason kokusu hissi veren bir kitap hatırlamıyorum. Öykülerde sık sık yer alan rakı, kitaba fazlası ile sinmiş. Ana karakterlerin bir çoğu hikayenin bir noktasında rakı içiyor. Ve o koku hikâyeleri daha da bir bizden ve hüzünlü yapıyor.

“Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz” çok severek ve etkilenerek okuduğum bir kitap oldu. Kısa öykü tarzında Türk hikâyeciliğine ciddi katkı suna bir eser olduğunu düşünüyorum.

Atları bağlayın3

 

Görsel 1; http://raflarinarasindan.blogspot.com/2014/08/atlar-baglayn-geceyi-burada-gecirecegiz.html

Görsel 2; http://remediosunhirkasi.blogspot.com.tr/2014/01/atlar-baglayn-geceyi-burada-gecirecegiz.html

Görsel 3; https://storify.com/melisakesmez/atlar-ba-lay-n-geceyi-burada-gecirece-iz

 

Son Yazılar

Şehir Plancısı, Gaziantep, evli, iki çocuk, demokrat, aykırı, söz, yazı, anlamak ve anlatmak...