Ali Şeriati, dünyanın bugün yaşayan iki büyük medeniyeti olan İslam ve Batı Medeniyetlerini yakından tanıma fırsatı bulmuş ve bir sosyolog gözüyle incelediği toplumlardan, nadide fikirleri bizlere aktarmıştır. Kitabından aldığım notlardan bir kaç kesiti sizlerle paylaşıyorum.
Merhuma ithafen…
İnsan dört zindanın tutsağıdır. Bu dört zorunluluktan kurtulduğu zaman insan olabilir.
Günümüz insanı için en temel sorun, insanın kendisidir. İnsanın ne olması gerektiğini kavramazsak, bu durumda biz aşılama, budama ve ayıklama tekniğini, bağ bakımı ve bitki bilimini çağdaş bilimin en üst düzeyini bilen, ama diktiği ağacın türünü düşünmeyip içinde yaşadığı toplumun hangi meyveye ihtiyaç duyduğunu göz önünde bulundurulmayan bir ağaca benzeriz.
Kuran’da insan ile ilgili iki kelime geçer; BEŞER ve İNSAN.
Beşer: Varlıkların gelişim silsilesi sonucu yeryüzüne gelmiş bulunup şimdi yaşamakta olan iki ayaklı canlı türü.
İnsan ise, sıra dışı ve gizemli üstün bir hakikattir. Biri biyolojinin bahsettiği İnsan, diğeri şairin konuştuğu, filozofun söz söylediği, dinin ilgilendiği insandır.
Beşer, -imek (var olan). İnsan ‘olmak’tır, eyleme geçendir.
”Biz Allah’a aitiz ve ona döneceğiz.” İLEYHİ RACİUN’ insanın Allah’a doğru yönelip, dönmesi demek. ”İleyhi”, insanın Allah’a erişebildiğini mesela, Hallac’ın Allah’a eriştiğini söyleyen ( Allah’ı sabit bir yer olarak alan dolayısıyla insanın oraya vardığını artık Allah’ta durduğunu savunan düşüncedir.) tasavvufun yaklaşımının tersine, ”ileyhi” O’na doğru demektir. Ne O’nda ne O’na, bilakis O’na doğru.
”Başkaldırıyorum o halde varım!” Adem cennette olduğu ve baş kaldırmadığı sürece adem/insan değil, melek idi. Fakat insan cennette ve cennetin tüketim hayatı içinde isyan ediyor ve o meyveyi yedikten sonra vaat edilen cennetten değil, tüketim cenneti olan cennetten kovulup çıkarılıyor.
İslami fatalizm (kadercilik) , insanı aşağılık soysuz varlık haline getiriyor.
Materyalizm, insanın cins ve özünü, maddenin cins ve özünden sayar.
Natüralizm, insanı canlı tabiatın bilinçsiz ürünlerinden biri olarak düşünür.
Vahdet-i vücutçular da insanı feda ediyorlar. Halbuki vahdet-i vücut, tanrıcı idealizmdir. İslam Cebriyeciler’inden bir kısmının inandığı vahdet-i vücut ilahi takdir, Hint felsefesinde bazı tasavvuf fırkalarında ve Katolik mezheplerinde aynı şekilde vardır.
İlahi dileme, insanın irade ve seçimi olmaksızın olursa, insan sorumlu değildir. Sorumlu olmayan insan ise insan değildir.
Sosyalizmde sen toplumsal düzenin senin için aldığı kararın oyuncağısın. Sonuçta senin varlığın yok. Benim varlığım da yok yani sen de yoksun ben de yoğum.
Historizm, tarih tarafından seçilip şartları düzenlenmiş bir çevrede doğuyor, yetişiyor ve olgunlaşıyoruz. Cildimizin rengini tabiatın verdiği ve bizim seçmediğimiz gibi, ruhumuzun rengini de tarih veriyor ve biz seçmiş değiliz.
Biyolojizm, insanı çok yüksek bir düzeyde ele aldığını ileri sürmesine rağmen, dinin hedefi olan ve başta söylediğim tanrı benzeri insanı inkar etmiştir.
Bende var olan, ama benim tarafımdan seçilmiş olmayan her durum, her irade, her istek ve her eğilim, bir belirleyiciliğin ürünüdür. Belirlenmişlikle yapılan özgürlük savaşı, insanın tabiatta kendisi olmak için, maddi bir olgudan Tanrı’ya doğru gitmek için verdiği savaştır.
Benim seçici özgür irademi kendi içinde baskı altında tutan, sınırlayan ve kayıt altına alan ve benim yerime seçim yapan bu dört illet zindan şunlardan oluşmaktadır:
1. Tabiatın Belirleyiciliği,
2. Tarihin Belirleyiciği,
3. Toplumun Belirleyiciliği,
4. Kendi Belirleyiciliği.
Fatma Hatice CIBIL
Fotoğraf kaynağı: www.fibif.be , pixabay.com