Arapçada at bakıcısı manasında kullanılan “seyis” kökünden terbiye etmek, eğitmek, anlamlarına gelen “siyaset” kelimesi, bir şeye yön belirlemek, yol belirlemek anlamlarını da içinde barındıran bir kavram olmasına karşın; günümüzde, sadece devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış olarak kullanılmakta olup, politika ile aynı anlamda kullanılmaktadır.
Halbuki “politika” kökü polis olan Yunanca’dan türeyen, sadece kent devletleri için yöntim biçimi olarak kullanılan bir terim iken; “siyaset” daha geniş kapsamlı ve sadece devlet yönetimine has olmayıp tikelden tümele, ayrı ayrı birey olarak, grup ya da toplu şekilde uygulanabilirliği olan geniş muhtevalı ama çoğu anlamı politikaya kaymış bir terimdir.
“İlmi siyasete” geldiğimizde ise, o apayrı bir durumdur. Onu bir ilim olarak almak, öğrenme- öğretme faaliyeti olarak görmek, bilinç oluşturma ve kabiliyetleri ölçüsünde bunu kullanabilmeyi sanata dönüştürmek, ehlileştirmek, dizayn etmek, ona her alanda düzen sağlama işlevini vermek, rutin kullanılan anlamından sıyrılıp farklı bir dünyanın kapılarını aralamak ve değişik bir anlayışa sahip olmak demektir.
Bir yönetme, idare etme ve ferdi/toplumu sevk etme işidir. Siyaset sadece yönetimde kullanılan bir metodoloji de değildir. Yapmasını bilenler için her alanda kullanılan bir yöntemdir.
Bunun yanında kişiler arası ilişkilerde sosyolojik boyutu olan, psikolojik olarak da bireyleri etkileyen ve onlardan etkilenen bir yapısı mevcuttur.
İlmi siyaset ile doğru yer, doğru zaman ve doğru kişi/kişilerle hemen her konuda başarısız olmak imkansız denebilecek kadar imkan dahilinde olan bir ilimdir.
İlmi siyaseti bilmek, karşı tarafın kapasitesini hesap edebilmek, söylediklerinin karşı taraftakinin anladığı kadar olduğunu idrak edebilmek, sözün ne kadarını söyleyeceğini hesap etmek, herkese anladığı dilden konuşabilmek doğruları doğru şekilde ifade edebilmek, sözün doğru olması kadar söyleme tarzının da doğru olmasını bilmek demektir.
“Hakikati anlatmaya çalışan gencin hikayesi” gibi:
Çok eski zamanlarda ülkeye nam salmış bir haham okulunda eğitim almış, bu genç, havraya gider. Havrada, haham anlatıyordur.
Söylediklerinin çoğu yalan yanlış bilgiler…
Bizim Genç dayanamaz, hahama müdahale eder.
— Haham, haham, senin anlattıkların böyle değil sen yalan yanlış şeyler söylüyorsun. Ey insanlar bu haham sahtekâr, yalancı!
Haham bakar köylünün gözünde itibar kaybedecek,
— Ey insanlar, bu Genç, aramıza nifak sokmak için gelmiş, bunun katli vaciptir.
Hikâyenin sonu malum;
Köylüyü Genç’e karşı kışkırtır haham,
Bizim Genç zor kurtulur köylülerin elinden.
Yaka paça yırtık perişan vaziyette haham okuluna geri döner.
Okulda hocaları Genç’i karşılarında o halde görünce;
— Niye geldin? Diye sorarlar.
Genç;
— İlmi siyaset dersi okumaya geldim. Der.
Neyse, bizim Genç ilmi siyaset dersini de okur.
Haham okulundan ayrılır.Tekrar aynı köye gider.
Aynı haham aynı şekilde yalan yanlış vaaz ediyordur.
Genç “galeyana gelmiş rolünde” ayağa fırlar ve havradakilere;
— Ey cemaat, der, bu hahamınız var ya bu hahamınız, böyle kıymetli haham zor bulunur, ben diyorum ki, sizin hahamınızın sakalından bir kıl koparan cennete gider, sakalından bir kıl kopartan cehennem azabı görmez.
Bu hitap üzerine köylülerin tamamı bir kıl koparabilmek için hahama saldırır.
Haham köylülerin altında ezilir….
İlmi siyaset, nasıl söylediğin kadar ne söylediğinin de sonuçlarını kestirebilmek ve karşı tarafı anlayabilmektir.
“Hasta komşusunu ziyaret eden bir sağırın başına gelenler” gibi.
Hani bir gün, anlayışlı, yol yordam, hal hatır bilen birisi bir sağıra:
-Komşun hastalanmış, haberin yok mu? der.
Sağır kendi kendine:
-Bu sağır kulakla o genç adamın ziyaretine nasıl gideyim ben. Hasta kısmının sesi de az çıkar, ne söylediğini nasıl anlayacağım? diye düşünür.
Sonra kendince bir çözüm bulur.
“Onun dudaklarının kıpırtısından ne söylediğini anlamaya çalışırım.” der. “Önce, nasılsın ey benim dertli komşum?” diye sorarım. O da elbette bana: “İyiyim.”’der.
Ben: “Allah’a şükür olsun.” derim
Sonra: Ne yemek yedin? diye sorarım.
O da bana: “Şerbet içtim yahut mercimek çorbası yedim.” der
Ben de: “Sıhhatler olsun, afiyetler olsun.” derim
“Hekimlerden kim geliyor, sana kim bakıyor?” derim.
O da bana: “Filan geliyor.” der elbette.
Ben de ona: “O hekimin ayağı çok uğurludur, iyiki onu çağırmışsın. O gelince işler yolunda gider.” derim. “O hekimin ayağının uğurunu deneyin. O hangi hastaya gitmişse, hasta sıhhatine kavuşmuştur.” derim.
O sağır saf adam, kendince böyle tahminler ederek hasta komşusunun evine gider.
-Nasılsın? diye sorar.
Hasta: “Çok fenayım ölüyorum.” deyince sağır komşu:
“Allah’a şükür olsun.” der.
Hasta bu sözden çok incinir.”Bu ne biçim şükür? Demek komşum benim ölmemi istiyor” diye düşünür.
Komşu devam eder:
Ne yedin? der.
“Zehir zıkkım ” der.
Sağır: “Afiyet olsun.” deyince zavallı büsbütün çileden çıkar.
“Hekimlerden kim geliyor, sana kim bakıyor.” der.
“Azrail geliyor! Ama sen buradan defol git !” diye bağırır.
Sağır ise:“O hekimin ayağı çok uğurludur. İyi ki onu çağırmışsın. O gelince işler yolunda gider.”der.
Sağır evden çıkarken: “Ne güzel hasta komşumu ziyaret ettim gönlünü aldım” diye düşünür.
Hasta ise:”Meğer bu adam benim can düşmanımmış ” der.
İlmi siyaset herkesin kendi çapında zarar vermeden/ zarar görmeden, istediklerini yapabilme/yaptırabilme usul ve yöntemidir.
“Komşusunun tavuklarından muzdarip bir adamın yapığı” gibi.
Adamın biri sürekli kendi bahçesine giren ve çiçekleri mahveden, ortalığı kirleten komşusunun tavuklarıyla başı derttedir. Tavuklarına sahip olması konusunda bir kaç kez komşusuna ricada bulunur. Ne var ki, umursamaz komşusu pek oralı olmaz. Tavuklar da bahçeyi işgale devam ederler. Komşusuyla kavga-dövüş yapmadan bu beladan kurtulmak isteyen adam, sonunda ince bir çareye başvurur.
Bakkaldan aldığı birkaç yumurtayı hafiften çamura bulaştırıp, akşam evine gelen komşusuna bitişik duvardan uzatarak:“Komşu, senin tavuklar benim bahçeme yumurtlamışlar al şu yumurtalarını” diye seslenir.
Umursamaz komşu gözlerindeki sevinç pırıltılarıyla yumurtaları hemen alır ve içeriye dalar. Ertesi gün adam, komşusunun bitişik duvar üzerine boydan boya tel örgü çektiğini ve tavuklarının öte yana geçmesini engellediğini memnuniyetle ve müstehziyane seyreder.
İlmi Siyaset, un çuvalını deldirmeme sanatıdır.
“Un taşıyan hamalları koordine eden baş hamalın dediği” gibi.
Rivayet olunur ki, Muhyiddin ibn Arabî bir gün İskenderiye limanında gemiden un boşaltmakta olan hamalları seyretmektedir. Baş hamal yüksekçe bir yere çıkmış sürekli talimat vermektedir:
“Enes, evladım, çuvalı siyasetle tut. Malik, oğlum, çuvalı siyasetle taşı. Ahmet, yavrum, çuvalı siyasetle indir!”
İbni Arabî hamalbaşına yaklaşır ve ‘çuvalı siyasetle indirmenin ne manaya geldiğini sorar. Baş hamal cevaben:
“Siyasetle indirmek, çuvalı deldirmemektir. Çuval delindikten sonra, döğünmenin bir faydası olmaz” der.
İlmi siyaset insanlar arasındaki ilişkilerin kalitesini belirlerken aynı zamanda devletler bazında ülkelerin ilişkilerini belirleyen ve kaderlerini de etkileyen, yüksek derecede öneme sahip bir ilimdir. Şimdilerde ise ilmi siyaset postu deldirmemektir.
“Malum, her yerde kargaşa her yerde savaş.
Herkes bir barut, herkes bir ateş.
Bunu fitillemek isteyen birçok kalleş.
İlmi siyasetle bile hayatta kalmak çok zor kardeş.” A.G.
resim kaynak: https://www.gencdoku.com/siyaset-batakligi-9036.html