“İnsan bazen olacakları hissediyor.” demiyorum ama her şey olup bittikten sonra öncesini hatırlayınca şüpheye düşülüyor bazen. O anlarda, olacaklar ön görülemiyor, süreç bittiğinde taşlar yerine oturuyor.
Bütün gün evde oradan oraya koşuyorum, hiçbir şey halledemiyorum. Hangi işin ucundan tutsam elimde kalıyor. Odadan odaya boşuna yürüyüp duruyorum tüm gün. En sonunda evdekilere “bugün içimde sebepsiz bir sıkıntı, bir ağırlık var, ev işi yapamıyorum.” dediğimi hatırlıyorum.
(15 Temmuz’dan önce de gözüm öyle bir seğiriyordu ki yabancı bir ortamdayken etrafa göz kırpıyormuş gibi olmamak için seğiren gözümü hafifçe elimle örtmek zorunda kalıyordum. 15 Temmuz’dan birkaç gün sonra gözümün seğirmesi durdu. Batıl itikadım yoktur da insan kendisi yaşayınca bazı halleri yok sayamıyor.)
Akşam vakitlerinde oğlum yanıma gelerek “Çok üzüleceğin bir şey oldu.” dedi. Ersin Çelik’in kızı Ecrin’in haberini böyle duydum ve kahroldum. Günlerce bilgisayar başında haberlerini takip etmeye çalıştım. Bir kez karşılaşmıştık annesini düşünmekten kaçındım ama elimde değil gözümün önünden günlerce gitmediler.
Ecrin için gözyaşı dökerken ertesi gün yengemin ve arkadaşımın annesinin hayatını kaybettiğini öğrendim. Üç kayıp haberini iki gün içinde üst üste alınca garip oldum. Diğerleri yaşlı ve hastaydılar gel de yakınlarına anlat.
Yıllar önce orijinal adı Child’s Play olan bir bilim kurgu filmi yayınlanmıştı televizyonda. En sevdiğim filmlerden biridir. Evde artan ısıya uyanan aile bireyleri, çaresizce evden kurtulmaya çalışırlar. Ev demirden kafesle çevrelenmiştir. Dünlerini geçmişlerini unutmuşlardır, çeşitli garipliklere bir anlam veremezler. Kapılar camlar kilitli, saat hiç değişmiyor, bütün evin eşyalarının aynı marka olduğunu fark ediyorlar. Meğer tuhaflıklar yaşayan aile, küçük bir kızın oyuncak evinin oyuncaklarıymışlar. Eve yayılan yeşil sıvı şekerlemeymiş. Küçük kızın abisi oyuncak evi ısıtıcı bölüme koymuş. Filmin sonunda anlaşılıyor. İnsanlar da bir yerde oradaki oyuncak evin bebekleri gibi. Kendi yaşantılarımıza o kadar inanıyoruz ki bir şeyiz bir hükmümüz var sanıyoruz. Ölüm sonrası sanal gibi görünüyor dünyadan bakınca da sanırım asıl sanal olan; dünya. İdrak ettiğimiz gerçeklik baloncuğu tahayyül edilemeyecek kadar büyük kapsamlı iç içe geçmiş balonların içinde yer alıyor. Bir gün perde aralandığında en küçük baloncuğun dışını görebileceğiz. Aslında çok az bir yer kaplıyoruz bu evrende; küçücüğüz zerreyiz. Şairin dediği gibi “Bir namazlık saltanatın olacak Taht misali o musalla taşında.” o kadar.
Dünya işlerini boşlayınca da olmuyor. Gir yatağa ölene dek yat, o da akıl hastalığı; psikiyatrist tedavisi gerektirir. Ne zaman mücadeleden, uğraşmaktan vazgeçsem, suyu akışına bıraksam, “her şey olacağına varır.” desem sonu kötü gelir. Sorun derinleştiği için zarar daha da büyür. Ölümü unutup yaşamaya, başarmaya, ilerlemeye sürüklüyor dünya kanunları ama için yanınca dengeyi yakalamak zor geliyor bazen.
Ne zaman bir çocuğun bu dünyaya gözünü kapadığını duysam, anne babasının “biz ölünce kimlerin eline kalacak?” diye endişelendikleri zihinsel engelli çocuklar, psikiyatri hastası gençler gelir gözümün önüne. İki durumu karşılaştırırım sürekli, Allah affetsin. Akli melekeleri zayıf için, candan kollayacak kimsesi yoksa dünya tehlikeli; ahret güvenli gelir bana.
Küçük bir çocuğun vefatı, yüzünün ortasına inen ani bir tokat gibi afallatıyor. Dünya ne kadar uyduruk geliyor.
Bir çocuk ellerimizden kaydığında insan kıskanıyor. “Günahsızca cennete girsin diye yaratılmış, iltimaslı kulmuş.” diyorsun içinden. Küçük ölümleri insanı utandırıyor da. “Yaşamak onun hakkıyken ben bu yaşta niye yaşıyorum ki? Kim bilir önünde ne güzel günler vardı.” diyor insan.
Ölüm olgusunun tahammülü zor yanı özlem ve gidenden habersiz kalmak. Gittiğine kaybolduğuna eriyip bittiğine inanırsan bu özlem çok yakıcı olur şüphesiz. Allah’ın korumasında kötülüklerden tehlikelerden uzakta beklediğine inanırsa geride kalanlar, devam etme gücü bulabilirler diye düşünüyorum. Gitsen bir cenazede “zoru atlattı; o şimdi rahatça uyuyor kendinize bakın, niye üzülüyorsunuz?” desen kesin “deli” derler. Ara sıra konuşuyoruz “aniden mi yavaş yavaş mı ölüm daha iyi? diye. Bilmiyorum seçemiyorum. Birinde uzunca bir süre veda etme şansın oluyor. Diğerinde başın yana düşüyor, şaka yapar gibi gidiyorsun.
İnsan bazen yanı başında olmayanlarla da hemhal olabiliyor. Elimizden uçan bembeyaz papatyanın başka bir boyuttaki bahar ülkesinde açtığını, meleklerin yanında olduğunu biliyoruz; bununla teselli oluyoruz. Ersin Çelik ve eşi hanımefendi, günlerdir aklımdalar. Ersin Çelik’in biyografisine baktım, kızımdan bir yaş küçükmüş. İçim o zaman daha tuhaf oldu. Gidip eşiyle kendisini, sarıp sarmalamak istedim, yakınları gibi yanlarında hissediyorum kendimi.
Foto kaynağı pixabay.com
https://cdn.pixabay.com/photo/2015/05/10/19/36/daisy-761410_960_720.jpg