Roma İmparatoru: Fatih Sultan Mehmet Han

Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı padişahlarının içinde belki de en renkli kişilik ona aittir. Hakkındaki tartışmalar henüz bir neticeye bağlanmamış. Doğum tarihi, nasıl öldüğü ve annesi kimdi sorularına kesin cevap halen bulunamamıştır. Kaynaklar Fatih’in doğum tarihini 1423 ve 1432 yılları arasında yazmaktadır. Anonim Tevarih-i Ali Osman’da yazılan doğum tarihi 1430’dur. İbn Kemal’in Tevarih-i Ali Osman’daki tarihi ise 1432’dir. Fatih hakkında en kapsamlı biyografiyi yazan Franz Babinger ve İbn Kemal’in kitabını yayımlayan Prof. Dr. Şerafettin Turan, Fatih’in doğum tarihini 1432 kabul ederler ve bu genel kabul görmüştür. Annesi hakkındaki bilgiler çok çok azdır. İsmi kayıtlarda geçmiyor. Bir vakfiyede Hatun Binti Abdullah (Abdullah’ın kızı Hatun) olarak geçmektedir. Bursa’daki türbesi Hatuniye olarak geçer. Adını Hüma olarak yazan kaynaklar vardır. Fatih’in annesinin Hüma hatun olduğu genel olarak kabul edilse de Babinger kitabında Fatih’in sütninesi, annesinin kimliğinin sırrını mezara götürdüğünü yazar. Fatih’in tahta çıkışı da olaylıdır. Tahta iki kez çıkmıştır. Bazı tarih kitapları üç kez tahta çıktığını yazarlar ancak gözden kaçan Murad Gazi’nin Varna seferinde tahta değil sadece ordunun başına geçtiğidir.

15.yy’ın büyük mareşali ve devlet adamı Fatih, yaptığı seferler ve başarıları sayesinde büyük Türk imparatoru Attila’nın Avrupa’ya tattırdığı Türk korkusunu yeniden canlandırmıştır. Batılı kaynaklar “İmparator” adını ilk kez 2. Bayezid için kullansa da, Şeyhülmüverrihin Halil İnalcık hocaya göre Osmanlı Devleti’ni imparatorluğa taşıyan Fatih’dir. Öyle ki, Fatih İzvornık seferine çıktığında Bosna kralı Türk hükümdarının üzerine gelmesinden korkarak Semendire’yi Fatih’e kendi rızasıyla bırakmıştır. Daha sonra Bosna kralını haraca bağlamak için elçiyle bir mektup gönderir. Mektubu okuyan kral sinirlenir ve elçinin tutuklanmasını ister. Kralın bu tutumuna vezirinin cevabı “Sen bu Türk’ü yakaladın, artık bu işin altından zor kalkarsın.” olmuştur. Bu söz Avrupa’daki yöneticilerin Türk’den ve Fatih’den ne denli çekindiklerine ait bir kanıt niteliği taşımaktadır. Fatih’in bitmek bilmez bir enerjisi ve tam bir keçi inadı vardı. Askeri o seferden diğer sefere sürekli olarak hareket ettirmesi meşhurdu. İnatçılığını da İstanbul kuşatmasında göstermiş, Çandarlı’nın kuşatmayı kaldıralım sözlerine hiç itibar etmemişti. Oldukça zor geçen kuşatma günlerinde dayanmış, hatta denizdeki alınan yenilginin öfkesiyle atını denize sürmüş, komutanı öldürmüştür. Fatih seferlerinde anlaşma yolundan uzak durmuş ve sürekli kılıcıyla almayı tercih etmiştir. Trabzon seferinde aman dileyen düşmana aman vermemiş ve kaleyi kılıcının zoruyla almıştır. Bir diğer örnekte, sarp bir kalede kıstırdıkları Bosna kralının anlaşmayı kabul edip teslim olduktan sonra, durumdan memnun olmayan Fatih alimlerden fetva alıp kralı öldürmesidir.

Fatih’in bütün savaşları şüphesiz devlet adına çok önemliydi. Ancak içlerinden iki tanesi devletin kaderini belirlemiştir. Bunlar: İstanbul seferi ve Akkoyunlu beyliği ile yapılan savaşlardır. Özellikle İstanbul seferine çok iyi hazırlanmıştı. Kuşatmadan evvel bir senesini, diğer devletlerle anlaşmalar yaparak kuşatma esnasında kendisini rahatsız etmelerini engellemek ile geçirdi. Daha sonra usta Urban Fatih’in emriyle bir çağı kapatıp başka bir çağı açacak olan o meşhur Şahi toplarını yaptı. Bu toplar savaş alanında o güne değin görülen en müthiş aletlerdi. Topları 200 asker koruyordu ve 60 öküz tarafından çekilen 30 kağnı tarafından çekilebiliyordu. Yarattığı müthiş tahribat gücü surları alaşağı ederken çıkardığı ses de Bizans askerinin moralini yerle bir etmekteydi. Bizans 50 bin kişilik Osmanlı ordusuna karşı ülkelerini 8500 askerle müdafaa etmekte idi. Surlarda Osmanlı’ya karşı savaşanların arasında Fatih’in rakibi şehzade Orhan’da vardı. Emrindeki 200 askerle Bizans’a yardım eden talihsiz şehzade burada hayatını kaybetmiştir. Savunma yarılıp şehre giren Osmanlı ordusunu gören Bizans imparatoru “Burada bir Hristiyan yok mu beni öldürsün!” diye bağırdı ve muhtemelen kalabalıkta ezildi. Fatih şehre girdikten sonra imparatorun cesedinin aranması için emir verdi. Ceset kana bulanmış mor renkli çoraplarından tanındı. Başı gövdesinden ayrıldı ve sizin hükümdarınız artık bir Türk bunu kabullenin mantığıyla Augusteon sütununa dikildi.

O yıllarda halk arasında hala Yıldırım Bayezid’in Timur’a esir düşmesinden dolayı girilen zorluğun korkusu yaşamaktaydı. Tekrarı halinde devletin akıbetinin meçhul oluşu herkesi tedirgin etmekteydi. Bunun farkında olan Avrupalı devletler ve Papa müessesesi bundan yararlanmak için büyük bir beylik olan Akkoyunlularla irtibata geçtiler. Akkoyunlu Türkmen Beyi Uzun Hasan Anadolu ve İran topraklarını elinde bulunduruyordu. Venedik, Macaristan ve Papanın kışkırtmaları sonucu Osmanlı’yı büyük bir savaşta yenip hakimiyeti altına alabileceğini düşünüyordu. İki büyük Türk gücünün ilk çarpışmaları Osmanlı aleyhinde gelişti ve korkular daha da arttı. Fatih’in oğlu Bayezid, Akkoyunlu Zeynel Han’a yenildi. İran’a gönderilen birliklerde yenildi ve ordu komutanı Mihaloğlu bir kaleye sığınmak zorunda kaldı. Rumeli Beylerbeyi harp meydanında yaşamını yitirdi. Alınan her darbe korkuları arttırıyor ve Uzun Hasan’a ümit veriyordu. İki ordu Otlukbeli’nde karşı karşıya geldi. Babası gibi büyük mareşal olan Fatih bu sınavı da vererek Akkoyunlu ordusunu tarumar etti. Böylelikle Yıldırım’dan beri devam eden korku kaybolmuştu.

Fatih iyi eğitim almış bir şehzade idi. Pek çok yabancı dil bilirdi ve kitaplara düşkündü. Sarayda bir ilki yaptı ve döneminin önemli bilginlerini ağırlayıp tartışmalarını izledi. Bu tartışmalarda ödül söz konusuydu. Kaybeden sarayı terk eylerdi. Coğrafyaya meraklı olan Fatih’in kütüphanesinde çok kıymetli olan Batlamyus atlası vardı. Akkoyunlu beyliğinin hizmetinde olan astronom ve matematikçi Ali Kuşçu’yu saraya geldiği mesafe kadar ödüllendirdi ve Osmanlı hizmetine sokmuştur. Diğer dinleri de merak eden Fatih, Rum Patriği Bennadius ve Maksimos’la Hristiyanlığı tartışmıştır. Sarayında sanatçıları da ağırlayan Fatih ünlü İtalyan ressam Gentile Bellini’ye portresini yaptırmış ve bir ilki daha gerçekleştirmiştir. Fatih asker ve devlet adamı olarak Türk, ancak düşünce yapısına göre tam bir Avrupalı idi. Vergi yapılanmasını ve devlet kurumlarını Bizans şekli ile düzenlemiştir. Kanunlara verdiği değeri de Osmanlı’nın ilk kanunnamesi hazırlamasından anlamaktayız. İkisi de iyi eğitim almış çocuklarından Cem babasına daha çok benziyordu ve babası gibi coğrafyaya meraklıydı.

Deniz mahsullerine oldukça düşkün olan Fatih Nikris (Gut) hastalığından muzdaripti. Son çıktığı sefer nereye olduğu bilinmiyor. Hastalığı ilerleyen Fatih’e ilk müdahaleyi başhekimi Lari yaptı. Fayda görülmeyince eski başhekimi Yakup Paşa devam etti ve sultana acılarını azaltması için şurup verdi. Şurup beklenen etkiyi göstermedi ve Fatih 31 Mayıs 1481’de ikindi vakti Gebze’de Hünkar (Tekfur) çayırında hayata gözlerini yumdu. Bazı kaynaklar zehirlendiğini yazsa da kesinliği halen tartışmalıdır. Bayezid’in zehirlettiği şüphesi de vardır. Bunun sebebi Fatih ölünce ilk haber Bayezid’e gitmesi ve tahta geçmesidir. Üzücü bir olay da Fatih’in ölüm haberi yayıldıktan sonra yeniçerilerin İstanbul’u yağma etmeleridir.

 

KAYNAKLAR:

1) Lütfi Paşa: “Tevarih-i Ali Osman” Haz. Dr. Kayhan Atik. Kültür Bakanlığı Yayınları İstanbul 2001.

2) AFYONCU Erhan: “Sorularla Osmanlı İmparatorluğu” Yeditepe Yayınları. İstanbul Ekim 2010.

3) Aşık Paşazade: “Tevarih-i Ali Osman” Haz. Prof. Dr. Kemal Yavuz- Prof. Dr. M.A. Yekta Saraç. Bilim Evi Basın Yayın. İstanbul 2007.

4) JORGA Nicolae: “Osmanlı Tarihi” Haz. Prof. Dr. Erhan Afyoncu. Yeditepe Yayınları İstanbul 2005.

5) İNALCIK Halil: “Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600)” Çev. Ruşen Sezer. Yapı Kredi Yayınları Kasım 2009.

6) Ntv Tarih. Sayı: 41 s.72-76

 

 

Son Yazılar

1996 Konya doğumluyum asıl mesleğim Radyoloji Teknisyenliği amatör olarak tarih araştırıcılığı yapıyorum.