“Eski Ramazanlar yok.” der yaşılılar hep. Büyük ihtimal şimdiki küçükler de ilerde öyle diyecek. Herkes genç ve güçlü olduğu dönemleri iyi hatırlar. İnsanın doğal ve anlaşılabilir bir yaklaşımıdır bu. İnsan genel olarak geçmişe özlem duyma eğilimindedir. Zira ölüme doğru akan bir yaşam sürecimiz vardır.
Benim için de durum böyle. Eski Ramazanları özlemle anıyorum. Şimki o eski günlerdeki tadı alamıyorum. Bunun bir çok sebebi var tabi. Sosyolojik veya kişisel bir çok sebep sayılabilir. Fakat en önemli sebep şehirleşmemiz olabilir. Artık yüzde doksanından fazlası şehirlerde yaşayan bir toplumuz. Şehirleşmek getirdiği birçok şey yanında birçok şeyi de götürüyor. Bazı gelenekler, bazı anlayışlar ya yok oluyor ya da yerini başkalarına bırakıyor.
Şöyle bir iftar günü gelir aklıma eski Ramazanları düşündüğümde: Mahalledeki tüm çocuklarla birlikte akşamın koyulaştırdığı dağlara bakarak, birazdan duyacağımız top sesini beklerdik. Güneşin son kızıllıklarını da toplamasıyla top sesi tok bir sesle yankılanarak kulaklarımıza kadar geldiğinde koşarak eve giderdik. Annem ve kız kardeşlerimin hazırladığı ve boş yer kalmayacak şekilde donatılan sofranın başına tüm ailemi oturmuş ve iştahla yemek yerken görürdüm. Ben henüz yedi-sekiz yaşlarında olduğumdan oruç tutmuyordum. Fakat aynı heyecan dalgasına kapılmaktan kendimi alamazdım.
En güzel yemekler, en leziz tatlılar, en nefis şerbetler hep ramazanda olurdu. Normalde hiç yemediğim sadece Ramazan’da ne kadar yesem de kanamadığım yemekler olurdu. Güllaç, hoşaf, şerbet, hurma… Yemeğin keyfini daha uzun çıkarmak için edilen sohbetler…
Yemekten sonra yenilen nimetlere uygun huşuda namazlar kılınırdı. Çay, tatlı ve meyve faslından sonra babam, abim ve ben Teravih Namazı’nı kılmak için camiye giderdik. Uzun ve meşakkatli bir namadır Teravih Namaz’ı. Fakat bir o kadar da keyiflidir.
Camiler normalde olmadığı kadar kalabalıktır. Saflar caminin dışına kadar taşar. O kalabalık, o birliktelik insana elinde olmadan bir canlılık katar. En güzel sesli ve makamlı imamlar farkını Ramazan’da koyar. Onların camisi daha da kalabalık olur. Bu durum, eminim ki o imamlara kendi aralarında bir prestij katmaktadır.
Ramazan’ın en güzel tarafı sahurdu. Gece yarısı kalkmak bana o kadar heyecan verici gelirdi ki, o yaşlarda. Herkes uyku mahmurluğuyla kalkardı. İftardakinden daha tatlı ve neşeli bir ortam olurdu. Ramazanın benim için en çekici olan kısmı, bir sene boyunca yapmadığım şeyleri bu ayda rahatça yapabilmemdi. Mesela en güzel yemekler bu ayda yenirdi, uyku saati kuralı bu ayda bozulurdu, misafirlikle bu ayda zirve yapardı, namaz kılmayanlar bu ayda her gün camiye gider, Kur’anlar duvardaki askılardan indirilir, bencil insanlar bile hayır yapar, insanlar hiç olmadıkları kadar duyarlı olurlardı.
Ramazan gerçekten bereket ayıydı. Günümüzde de öyle belki ama eski tadı alamıyorum. Dediğim gibi bunun bir çok sebebi olabilir. Her şeye rağmen Ramazan hala en güzel ay, hala manen en doyurucu ay. Bu ayda en güçlü dürtü olan açlığı üst düzeyde yaşamak insana değer katıyor. Kendisini kontrol edebilme, sınırları olduğunu farketme ve sabrı öğreniyor insan. Allah için gerekirse aç kalabileceğini göstererek dine bağlılığı artıyor. Kur’an okuyarak, dinin yasakladığı davranışlardan uzaklaşarak, yardımlaşarak daha iyi bir müslüman olmaya çalışıyor. Sen eskiden de şimdi de güzelsin Ramazan. Bunu biliyorum ama yine de eskiden bana daha çok heyecan veriyordun. Hoş geldin!
Resim: upload.wikimedia.org