Kendisi

Uzun bir günün sonunda evine gelip dinlenmek gibisi yoktur. Hele de herkesin uyuduğu, gecenin ve gecenin tüm imkanlarının senin olduğu saatlerde isen değme keyfine. Fakat bu saatlerin verdiği keyfin yanında bir de acı veren anları vardır. Bu anlar her zaman gelmez ama geldiklerinde sanki hiç gitmemiş gibi hissettirirler. Bu anlar insanın kendisiyle baş başa kaldığı, kendisini değerlendirdiği, anlamlandırmaya ve anlamaya çalıştığı, eleştirdiği belki de sırlarını itiraf ettiği anlardır. Yani yalnız anlarıdır.

Bir an kopar insan, her ne yapıyorsa. Dalar gider. Pişmanlıklar, hüzünler, özlemler, günahlar biniverir üzerine. Keşkeler, iğneler gibi batar zihnine. Sıcak bir sıvı akar sanki gırtlağından midesine doğru. Yansımasını arar gözleri. Bu halde nasıl göründüğünü merak eder. Belki de o her zamanki kendisi midir, diye test etmek ister kendisini.

Evin yansıtıcı yüzeyi olan herhangi eşyalarından birinde, gözlerine bakar ilkin. Sanki kendisine değil de bir yabancıya bakmaktadır. Kendisini kendisinin dışında fark etmenin garip ürpertisini duyar.

İnsanın şu hayatta ne kadar çok şey yüklendiğini farkeder. Adeta bir kaplumbağa, bir deve gibi birikmiştir sırtına anılar, acılar, umutlar belki de mutluluklar… “İnsan bünyesi buna nasıl dayanır?” Bu hisle bir kediye özenir. Bir kuşa veya… Yaşamak ister, hatırlamadan, sorgulamadan, düşünmeden, eksilmeden, üzülmeden… Fakat, ya onlar da bu sayılan hislere sahipse? Bu ihtimalle yaşam daha da yoğunlaşır, daha da iğreti olur.

Sonra kalkar, ya tuvalete gider, ya duş alır ya da mutfağa gidip anlamsızca sindirim sistemini çalıştırmaya uğraşır. Zanneder ki, kalkıp giden sadece kendisidir. Sifonu çekince, duşun altına girince veya yiyip içince yok olacağını düşünür, ruhundaki lekelerin. Sonra acıyla asıl başına iş açanın düşünmek olduğunu anlar.

Ansızın ölüm gelir aklına. Oysa gündüz hiç gelmez insanın aklına bu meret. Ölümü bir efsane zannederken bir anda olabilir bir şey olduğunu farkeder. Ölüm ve sonrası… Aklı ona oyun oynamaktadır belki de. Hani hastalıklar hep gece kendini gösterir ya. Bu da öyle bir şeydir belki.
Geceleri yaşamın gerek yüzü daha çok ortaya çıkar nedense.

İmkan varsa ve hava soğuk değilse çok, camı açar. Biraz temiz hava aklındaki olumsuzlukları bir nebze olsun azaltır. Sonra, anın etkisinin bir diş zonklaması gibi aniden gelip yavaş yavaş gittiğini fark eder.

Az önceki haline şaşırır. Çünkü yaşama sevinci tekrar yerleşmiştir içine. Telefonunu, bilgisayarını, oyun konsolunu, koltuğunu, kitaplarını özlediğini hisseder. Sevgiyle hepsinin yerli yerinde olduğunu, hele de kendisinin hala kendisinde olduğunu görünce yüzü gülmeye başlar.

An gitmiştir. Yine yaşamanın o uyuşturan alışkanlığı sarmıştır her yanını. En sağlıklı çalıştığı ana geri yükleme yapmıştır ruhu. Pişmanlıklar, hüzünler, özlemler, günahlar gizli dosyalar olarak gözden olabildiğince uzaklaştırılmıştır. Artık keyif zamanıdır.

Fotoğraf: www.fotokritik.com

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...