Aşk

Kelimesi bile insanın içini ısıtmaya yetiyor. Şarkılarda duyuyoruz. Melodilerine tutkunuz. Hatta onsuz geçen günleri yaşamaktan saymayanlar bile var. Kurumuş gönüllere bahar getiren, duygu dünyamızda adeta kelebekler uçurtan, şiirler yazdıran, resimler çizdiren, besteler yaptıran, kısaca türlü ilhamlara sebep olan duygumuz. Hepimizin somurtan yüzünde, bahsi geçtiği zaman beliren bir gülücük, bir tebessümdür bu duygu. Ne güzel şey deriz hakikaten ne güzel şey. Ferhat’a, Şirin’i için dağı deldiren duygu. Şairlerin ilhamı, insanoğlunun ab-ı hayat suyu.

Her şey ne kadar tozpembe değil mi? Oysa ben, bu duygunun ilk başta melek, neticede ise şeytan olabileceği kanaatindeyim. İnsanların, en derin hislerine karşılık bulamadığı için kendi canına kıymalarının sebebi bu duygudur. Kıskançlık nöbeti geçiren bir sevgilinin, sevdiğinin canına kıymasının da sebebi bu duygudur. Çoğumuzun okumaktan bile iğrendiği orta sayfa haberlerinin arka yüzündeki tema “aşk” tır. Bu haberlerde “yasak aşk cinayeti”, “sevgili dehşeti”, “cinnet geçiren koca”, “vahşet” başlıklarına sıkça rastlarız.

Aşkı yüzünden delirenler mi dersiniz, hapse düşenler mi dersiniz, “kötü yola” düşenler mi yoksa bütün zenginliğini kaybedip, itibarını ayaklar altına alanlar mı dersiniz hepsi de birçok temsilcisi ile mevcuttur. Bu gözü dönmüş âşıklar, katliamlara, hatta savaşlara bile neden olmuşlardır. Bu durum “Truva” filminin de konusunu teşkil etmiştir. Nitekim güzel Helen ile Truvalı Paris arasındaki aşkın, savaşa neden olması anlatılmıştır. Bu aşk yüzünden binlerce insan ölmüş, binlerce insan yaralanmış; on binlerce insan gözyaşı dökmüştür. İşte bu korkunç manzaranın da sebebi bir türlü toz konduramadığımız duygumuz aşktır.

“Aşk” nedir? Vücudumuzda salgılanan bir hormon mu? Kimyasal bir bileşik mi? Yoksa Yunan mitolojisinin keskin nişancısı “Eros” un fırlattığı bir ok mu? İyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi? Ya da bir hastalık mı? Sevme arzumuzun evrimi mi? Bilinçaltındaki cinsel dürtülerin bilincimizi yönlendirmesi mi? Tanrının, kullarına verdiği bir hediye mi yahut bir ceza mı? Hangi soru en gerçeğin ürkütücü karanlığına isabet olur?  Kestirmesi zor olsa bile aşağıda yer verme gereği duyduğum alıntı sözlerin özünü okumanın ve yazmanın gerekliğini hissettim.

 

“Aşk, bir çeşit şuur bozukluğudur.”

Platon

 

“Aşk denen şey bazen yürür, bazen uçar; bazen koşar biriyle birlikte; bir başkasıyla ölümcül bir yürüyüşe çıkar; üçüncüyü buzdan heykele çevirir; dördüncüyü atar alevlerin içine. Birini yaralar; öldürür ötekini. Aynı zamanda çakıp sönen bir şimşeğe benzer. Geceleyin saklar şafakta zapt edilecek olan kaleyi. Çünkü dayanacak güç yoktur karşısında.”

Miguel de Cervantes

 

İnsanlar, yüzyıllardır âşık oluyor. Yukarıda bahsini ettiğim olayların en az biri; iyi ya da kötü mahiyette, bu insanların başına geliyor. Bizler ise gerek gençliğin pervasızlığı gerekse de tecrübe noksanlığı ya da dik başlılık ahmaklığıyla sanki dünyada bir ilk yaşanıyormuş gibi, sadece kendimize mahsus bir durummuş gibi davranma gayreti sergiliyoruz. Bizden önce nasıl insanlar bu duygunun kölesi oldular ise bizden sonra da mutlaka bu duygunun kölesi olacak olanlar vardır. Benim bu yazıyı kaleme alma sebebim: Herhangi bir kimsenin ya da topluluğun, ne yaşadığı değildir. Bu yaşananlara sebep olan duygunun gerçek yüzü üzerine bir sorgulama istencidir.

Son Yazılar

İlkokul - lise öğrenimimi Gaziantep'te tamamladım. Üniversite öğrenimimi Kahramanmaraş'ta tamamladım. Felsefe, matematik, edebiyat. bilgisayar alanlarına ilgi duyuyorum. Hayvanları çok seviyorum. Düşünce özgürlüğünden yanayım. Ön yargıların olmadığı, farklı düşünenlerin düşman kabul edilmediği ve uğursuz bir toplum lanetlemesi olmayan bir dünya düşlüyorum.