İşaret ettiğim kaldırımda. Beni işaret eden bir adam. Bir masayı dengede tutan ucuz bir kağıt parçasından daha iğrenmişçesine bakıyorlar ağzımdan fırlayan tükürüklere. Saçlarım eskisi kadar gür değil mesela, onu da hafifletici bir sebep olarak önünüze serebilirim. Şu an için beni meşgul eden sorular, yalnızca beni ilgilendirir ama. Hafızam utanma duygusunu yitiriyor sanki her geçen gün biraz daha. Biraz daha. Haklılık ya da haksızlık paradigması içinde çıkış yolunu aramaya çalışmak da beyhude. Çekilen ağrıların kahverengi olması beni diğerlerinden ayırmaz, olsa olsa benzetir. Farklı olan bir şey var ama. Ama. Aması sıradanlık belirtmekten başka ne işe yarayacak? Gözlerimin sulak kalan yanlarını köreltiyor zira bu kuşku. Her beşeri mahlukatın yani insan veya biraz daha yakına gidelim, ruhum. Çekebileceği türden basit bu acılar. Acı diyorum çünkü ağrım çoktan nüksetti ve bununla kendimi ancak avutabiliyorum.
Suratınızı ekşitmek de ne; böyle olmasını gerektirecek hiçbir sebep yok; hepimiz biliyoruz ki en az benim kadar günahkârsınız veya daha fazla. Şu an söz konusu benim kaderim; kendimden başka birilerinin acılarına yer vermek derdinde değilim. Bencillik deseniz kabul edebilirim. Bu konuda anlaşalım istiyorum evvelce. Velev ki yücelttim sırlarımın kabasını. Acılarımın varlık sebebini Tanrı’ya bağladım ve Tanrı’ya isyan naraları gönderdim; o zaman geriye başka bir şey kalır mıydı pişmanlıktan başka? Yani elimizde ne kalacak somut olarak? Şimdi biraz bekleyip bahanelerin ardına sığınarak bambaşka şeylerden bahsetmek istiyorum. Sonra uzaklaşarak alakasız şeylerden bahsedebilirim.
Mesela İmroz’dan. İnsanların el ele dolaştığı terk edilmiş Rum köylerinden. Tanımaktan başka kastım yok diyerek kendimi tanıtmak istiyorum. Çirkinliğimden dem vurabilirim biraz belki. Fakat hâlâ yeteri kadar samimi değilim kendime. Ruhumun dehlizlerinde sakladığım, kimseye anlatmaya kıyamadığım kıvılcımı harlamakla meşgul olmak istiyorum, olmuyor. Bunun için çocukluğuma inmeye ne hacet. Çocukluk dedim de, dostlarımın derhal bunun çocukluğuna inilmeli diyerek alaycı sözlerine ne demeli. Bir şey demeli. Haksız sayılmazlar gene de. Modern hayatın manyaklığından öte ne olabilir ki başka. Rahat bırakalım Allah aşkına çocukluğumuzu. Oralarda rahat bir vaziyette gebersin gitsin. Evet bir öyküye başladım. Kabul edelim romantik bir havası var bu cümlenin. Peki neden öykü? Böyle soruların cevabı da bulanık olur aslında. Galiba yeni bir şiire başladım demek yerine bir şiir daha bitirdim demek afiliye kaçar. Hem öykü hem şiir, her ikisine de birden başladım diyebilme cesareti neden yok bende? İyi de bunları merak eden kaç kişi var? Annem bile ne yazdığımı bilmezken daha. Yine de ‘’Niçin yazıyorsun?’’ sorusu önemli. Kabul edelim ve öyle okuyalım. İleride neler olabileceğini kestirmek de güç şu an. İyi bir romana veya öyküye sahip olabileceğimi de bilmiyorum.
Daha fazla uzamasın. Bir gerçek var, o da yazıyorum. Hatta en çok yazarken kendimi bir halt zannediyorum. Yaşamak bahanesi bu işin yalnızca. Bu konu daha çok filozofları ilgilendiriyor zaten. Neyse işte. Yazdıklarımda yeni bir şey yok. Yeni bir şey varsa da o da benim bu yazdıklarım. Buna rağmen hâlâ bir şeyler eksik var sanki yazdıklarımda. İçimdeki hisler bulvarındaki kalabalık bunu dedirtiyor bana. Tam da eksik demişken. Aradan onca yıl geçmesine rağmen ilk defa Yeşil Yol’u izledim. Aylar önce gazetelerde Yeşil Yol’un John Coffee’si öldü haberini okuduğumu hatırladım. Utandığımı söylemeyelim. Yazıya devam ederken bunların hiçbiri yoktu aklımda. Belki de filmden sonra susup uyumak yerine yazmayı tercih ettim. Bir yoldayız. Öleceğimizi bilmiyoruz.
Demek istediğim ne zaman olacağı muamma. Güneşin eli kulağında olduğu böylesine bir zamanda rahatlamak için yazdığımı söylersem haksızlık etmiş olurum gözlerime. Bilakis yoruldum. Gerçekten yoruldum. Buna hakkım olduğunu bilmeden hem de. Bunu dediğim anda yanı başımızdaki camiden sabah ezanı vuruyordu cama. Ölümün en mübarek olduğu zamanların içinde olmuş olabilirim. Kime göre kutsallık? Hiç bu denli vuzuh olmamıştı kelimelerim şimdiye dek. Belli ki değişen bir şeyler vardı. Değiştiğime kanaat getirdiğime göre âşık olmalıydım. Çünkü ben en çok âşıkken büyük konuşurum.