Her roman yazarının, yazar olma sürecini romanlaştırdığı bir kitabı vardır. Paul Auster’in “New York Üçlemesi” de, bu kaidenin bir ispatı. Üç farklı hikâyeden oluşan bu kitap, aynı zamanda Paul Auster’in kendi ismi ile yazdığı ilk roman. Daha öncesinde ise Paul Benjamin müstear ismi ile yayınladığı “Köşeye Kıstırmak” isimli bir kitabı daha var.
“New York Üçlemesi” ilk olarak 1987 yılında yayınlanmış. Türkiye’de ise ilk yayıncısı Metis Yayınevi ve kitabı üç farklı hikâye halinde yayınlamışlar. Ardından yayın haklarını alan Can Yayınları ise orijinal basım şekline dönerek üç hikâyeyi, “New York Üçlemesi” ismi ile tek bir kitapta toplamış. Kitabın isminin üç hikayenin isminden ayrı, “New York Üçlemesi” olarak geçmesi, hikayelerin tamamının New York’ta geçiyor olması kadar, Paul Auster’in kendini New York’la özdeşleştiren bir yazar olması ile de alakalı. Aynen Victor Hugo’nun Paris, Dostoyevski’nin Petersburg, James Joyce’un Dublin, Orhan Pamuk’un İstanbul’la özdeşleşmesi gibi.
“New York Üçlemesi”, vitrinde polisiye kategorisinde gözükürken, içine daldığınızda, içeriğin vitrinin sınırlarını aştığını fark ediyorsunuz. Hikâyelerin üçünün de ortak noktası, takip. İlk hikâyede yazar Quinn, Peter Stillman’ı, ikinci hikayede dedektif mavi, yazar siyahı, üçüncü hikayede çocukluk arkadaşı, Fanshawe’i takip ediyor. Üç takip de, aslında takip edenin, takip edileni kendi içinde bulması ile sonlanıyor.
Kitaptaki ilk hikaye olan “Cam Kent”, ilginç bir soruyu konu edinerek başlıyor: Bir çocuğu, konuşmayı öğrenmeden mahrum bırakılacak şekilde, tek başına büyütürseniz, nasıl bir insan yetişir? Peter Stillman isimli bir araştırmacının, kendi oğlu üzerinde yaptığı bu testin ardından gelişen hikâye, ara bölümlerde, bu testin insanlık tarihindeki geçmişini, Babil Kulesine kadar uzanarak bizlere aktarıyor. Yazar Quinn’in tüm takipleri başarısızlıkla sonuçlanıyor. Vaka sonuçlanmıyor ve vakanın tüm karakterleri kayboluyor. Beraberinde yazar Quinn de vaka içinde kayboluyor. Bir yazar, bir kaçığı neden takip eder sorusunun yanıtı ise sadece bir tesadüf ve merak. Hikâyede Paul Auster kendisine de yer vermiş. Önce yanlışlıkla aranan bir dedektif olarak anılırken, sonradan gerçek bir yazar olarak hikâyede yer almış.
İkinci hikâye olan “Hayaletler” de ise, bu sefer gerçek bir dedektif bir yazarı takip işini üstüne alıyor. Ama aynı yazar Quinn’in takibi gibi, dedektif mavi de bu takibin içinde kayboluyor. Hatta bu takip vakasında esas takip edilenin kendisi olduğunu fark ediyor. Bu hikâyenin ara geçişlerinde ise, müfettiş mavinin eski vakalarından aktarımlarda, eşlerini terk eden erkek hikâyeleri oldukça ilgi çekici. Kitabın üçüncü hikâyesine geçiş yapılan nokta burası.
Üçüncü hikâye olan “Kilitli Oda”, kitabın en hareketli ve akışkan bölümü. Bir çocukluk arkadaşının eşini terk edip, kaybolması ile ardından bıraktığı yazılı dokümanları incelemesi istenen bir edebiyat eleştirmeninin, yavaş yavaş çocukluk arkadaşının yerine geçişini anlatan bir hikâye. Bu yazılı dokümanların incelenmesi, onların kitaplaşması, hatta birer kült esere dönüşmesi ile noktalansa da, bu hikâyenin gelişiminin oldukça küçük bir kısmını kapsıyor. Bu hikâyede, ilk iki hikâyeden bazı geçişler hissedilse bile, bu geçişler çok sıkı bağlar kurmuyor.
Özellikle üçüncü hikâye, Paul Auster’in yaşamından oldukça ciddi izler taşıyor. Hem takip edilen ve yazıları kült eserlere dönüşen Fanshawe’in yaşamından kesitler, hem de onu arayan çocukluk arkadaşının yaşamından kesitler Paul Auster’in yaşamı ile kesişiyor. Buradan Paul Auster’in kendi yaşamını bu iki karaktere bölüştürdüğünü anlıyoruz. Tek bir gerçek kişiden iki karakter yaratıldığını ve hikâyedeki arama sürecinin sonucunda bu iki karakterin giderek kaynaştığını görüyoruz.
İlk iki hikâye, dışarıdan gözleyen bir göz tarafından kaleme alınırken, üçüncü hikâyeyi doğrudan kahramanın gözü ile takip ediyoruz. Bu da Auster’in üçüncü hikâyenin ana karakteri olan çocukluk arkadaşı ile kendini özdeşleştirdiğini gösteriyor.
Kitabın tanıtım metninde, kitabın polisiye ile postmodern bir kurmacanın harmanı olduğu belirtiliyor. Bu hikâyelerin genel çerçevesini son derece iyi tarif eden bir tanım. Ama diğer yandan hikâyeleri besleyen yan hikâyeler, son derece gerçekci ve etkileyici. Kitabı en ağır ve sıkıcı bulduğunuz kısımlarında bile, karşınıza keyifli bir hikâye çıkıyor.
Bir dönem Türkiye’deki siyaset gündeminin içinde de yer alan Paul Auster, Amerikan Edebiyatının özgün bir yazarı olarak okunmayı fazlası ile hak ediyor. “New York Üçlemesi” de onunla tanışmak için iyi bir tercih olabilir.
Görsel1; https://i.ytimg.com/vi/ULbOgIfcP9A/maxresdefault.jpg;
Görsel2; http://i.idefix.com/cache/600×600-0/originals/0000000166430-1.jpg
Görsel3; https://dandikadam.files.wordpress.com/2012/12/new_york_uclemesi.jpg