Ne kadar acı, okulun tenha yalnızlıklarında kendini kaybetmiş gençleri görmek. Avuçlarının arasından kayıp geçen duygularını tanıyamamak. Tozlu sıraların üstüne yazılan, korkuyla bastırılmış, kendini ifade dahi edemeyen sloganların gölgesinde umudunu kaybeden bir gençliği gözlemlemek.
Neden okula gittiğini dahi sorgulamayan, anlamayan veya anlamlandıramayan bir gençlik. Öğrenmenin lezzetini ve hazzını ruhunda hissedemeyen, öğrendikleriyle kendini inşa edemeyen bir gençlik.
Öğrenmeyi amaç olarak gören ve burası üzerinden dünyalık menfaat devşireceğine şartlanmış bir gençliğe amaç ve hedef çizmenin zorluğu altında kendini kaybetmiş bir öğretmenlik mesleği.
Kendi varoluş kavgasını veremeden, sözüm ona meçhul bir hayat mücadelesinin içine itilmiş, yönsüz, rotasız bir gençlik.
Dünyalık hedefleri kendine amaç olarak çizen, bu uğurda her şeyi geri plana iten bir gençlik.
Çevresine karşı yalnızlaşan, sosyalliği lüzumsuz bir eylem olarak gören, okul ve test dağları ve sanal alem aldatmacası arasında ailesini, arkadaşlarını ve dahi kendini kaybeden bir gençlik.
Ailesiyle ilişkilerini okul ve sınavlar üzerinden kuran, kendi varlığını deneme sonuçlarıyla ispatlama zorlanan, içine kapanık, suskun ve tepkisiz bir gençlik.
Kalabalıklar arasında tek başına kalan, sanki dünyanın en büyük problemi akademik başarıymış gibi kandırılan, kendi yalnızlığını üniversite yığınıyla yok edeceğini sanan bir gençlik.
Açık uçlu sorulara kafa yoramayan, hayata anlam ve değer üretemeyen, kendini ve hayatı keşfetme çabasını elzem olarak göremeyen bir gençlik.
Farklı olmayı, kendin olmayı bir türlü anlayamayan, birçok şeyi değiştirebilecek gücü ve ivmeyi kendinde göremeyen, kendi kişisel ikbalini salt hayatın kendisi gören bir gençlik.
Değişim ve dönüşümünü tamamladığı kendisine dikta edilen, mükemmel olduğu ve her şeyi başarabileceği sürekli ruhuna empoze edilmiş, kalın enaniyet duvarları olan, katı, toleranssız, farklılıklara kapalı bir gençlik.
Bir çiçeğin, gökyüzünün, kelebeğin mahiyetini ve anlamını kendi özünde arayamayan, eşyanın hakikatinde kendisine bir anlam biçmekten uzak, soyut tarafları budanmış, maddiyatın arasında duyguları körelmiş, özüne yabancılaşmış bir gençlik.
Her şeyi fiyatlandıran ve kendine yarar üzerinden etiketleyen, buna da maddiyatla ulaşabileceğine inanan, değer üretemeyen bir gençlik.
Kendini topluma, tabiata, geleceğe dair bir sorumluluk duygusu ve bilinci içinde göremeyen, tam aksine her şeyin kendisine hizmet etmek için var olduğuna inanan pasif, edilgen ve çıkarcı bir gençlik.
Hayata farklı bakış açılarını geliştirmeyi dahi düşünemeyen, maddenin salt görünür haliyle yetinerek, hikmet perdesini aralamayan, hayatın çok katmanlılığını, boyutluluğunu ve derinliğini göremeyen bir gençlik.
Ben kimim sorusunu soramayan, neden bu dünyada yaşıyorum fikriyatını kendinde, kainatta ve kutsal kitabında araştıramayan bir gençlik.
Çok kitap okuduğunu kendine inandırmış ama kelimelerin dilini, kavramların taşıyıcılığını ve anlamlılığını, cümlelerin sembollerini çözememiş, bu yüzden de okuduklarından değer ve yeni oluşumlar üretmeyen ezberci, kopyacı bir gençlik.
Her şey bu kadar da karamsar mı? Bu bakış açınızla, insana yüklediğiniz değer ve anlamla ilgili. Ancak bu tablonun bir çoğunu her gün yaşayan, tahta sıraların, mat renkli sınıfların içinde kendine kaçan, yalnızlaşan, korkan ve beklentisiz olmayı kendine inandırmış bir çok insanla yaşıyorum ki, içim burkuluyor, yüreğim sıkışıyor.
İsyanımı çoğu zaman boş sınıflara, kalın duvarlara, kara tahtaya bazen tebeşire bazen Arim seline, bazen Nuh tufanına, bazen Yusuf’un kuyusuna, bazen Hira’nın yalnızlığına haykırıyorum.
Ses yok…!
Yansıma yok…!
Derin bir suskunluk!
Evet bu kadar karamsar olmasa da her şey, ancak rüzgarın nereden estiğini, rüzgarın yağmurların bazen fırtınaların habercisi olduğunu hatırlatmak isterim. Tedbir alalım. Vesselam.