Oldum olası tek bir seferde tek bir şeyi yapmaktan nefret etmişimdir. Hayır, bununla günümüzün jet hızıyla geçen günlerinde daha çok zaman kazanmak için zevk aldığım şeyleri sıkıştırarak yapmayı kastetmiyorum. Daha çok bir can sıkıntısından kurtulma çabası olarak düşünün. Örneğin yemek yerken sadece yemek yemek sıkıcı geliyor.
Aslında her şeyi tek tek yapabilme yeteneği çok yararlı bir alışkanlıktır. İnsanın beyin ve ruh sağlığını koruduğunu iddia ederim. Hayatınızda yaptığınız en önemli şey, o anda yaptığınız şeydir ve böylece o eylemden maksimum dersi ve keyfi alabilirsiniz. Hatta günümüzün en nadir bulunan şeylerinden biridir bile denilebilir bu yetenek için.
Ama bugün biraz sağ kulağı sol elle tutmak gibi bir bakış açısıyla yaklaşacağım konuya; bir şeyi tek seferde yapsak bile birden fazla şey elde etmek ya da öğrenmek üzerine konuşacağım. Ve bunu yaparken özel bir noktaya değineceğim, genelden özele giderek televizyon dizilerinden bahsedeceğim ve sonra günümüzde sık sık duyduğumuz Güney Kore dizilerinden.
Güney Kore son yıllarda hem hızlı ve ani gelişmişliğiyle hem de moda ve sinema-televizyon konusundaki popülerliğiyle sık sık kulağımıza çalınıyor. Bunun nedenleri, bir akademik araştırma konusu olabilecek kadar geniş ve derin bana sorarsanız. Ama ben burada kendi deneyimlerimden, kendi gözlemlerimden yola çıkarak niye dünya çapında son derece yaygın olan Batı beyin yıkamasından ve kendi ülkemizin allı pullu yapımlarından uzaklaşıp bu Uzak Doğu dizilerinin bu kadar yankı yaptığı konusunda fikirlerimi sunacağım.
İşte burada iki veya daha fazla şeyi aynı anda yapmaya geliyor konu bana göre. Bir süredir Güney Kore dizilerinden gözüme çarpanları ya da çok duyduklarımı inceleme ve keyif alma amaçlı izlemeye başladım ben de. Bazılarının ilk bölümünü bile bitirmedim, bazılarını keyifle izledim, bazılarını tekrar tekrar izlemek istedim. Ve beğendiklerimde şu çarptı gözüme; harcadığım zaman sadece bilgisayar başında pineklemek gibi hissettirmiyordu, bir şeyler öğrenmiştim. Asgari düzeyde de olsa.
Burada kendi kültürümüzden başka bir kültürü övmek niyetinde değilim, zaten televizyon kadar aldatıcı ve sığ bir ortamdan gerçek hayata dair pek bir şey öğrenemeyeceğimiz gün gibi ortada diye düşünüyorum. Zaten televizyon dizilerinin bir belgesel niteliğinde olmadığı açık. Ben ülkelerin gerçek kültürlerinden değil, televizyonda yansıtılan yanlarından bahsediyorum. Öyle ki dünya çapında kaliteleri ile ilgi uyandıran Batı ve özellikle Amerika yapımı dizi-filmler artık öylesine cinsellik içeriyor ki yüzünüz kızarmadan, yer yer atlamadan izlemek mümkün değil. En çok izlenen diziler böyle, Game of Thrones izleyip de çıplak vücut görmeyen kalmadı. Zorla gözümüze sokuluyor. Eskiden iması yapılırdı, şimdi hangi dizi-filmi izleseniz alelade bir şekilde ortada her şey. Daha acısı ise masumiyet, dostluk, vefa gibi temalar yok bu yapımlarda, iki insanın gerçekten birbirini sevdiği için öpüştüğünü ve bir ilişki yaşadığını görmüyorsunuz. Ya yasak aşk yaşıyorlar, ya da arzularını gideriyorlar. Yanlışsam uyarın.
Kendi dizilerimizde de bu kadar ulu orta cinsel grafikleri göremesek de bir şiddet teması bas bas bağırıyor sanki. Özellikle kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin sayısını takip etmenin mümkün olmayacağı kadar düşmüş bir toplumda, televizyon dizileri sürekli ‘maço’ karakterler çizmekten geri kalmıyor. İki sevgili arasında bir kavgada insanın azılı düşmanına sarf etmeyeceği hakaretleri görüyoruz. Erkeklerin en makbulü en depresif ve şiddete eğimli olarak görülürken, kadınlar ya ruj rengine ve giydiği kıyafetin modaya uygunluğuna ya da tilkiliğine göre değerlendiriliyor. Zaten arkadan iş çevirme, yasak aşk, yalan dolanın ana tema olmadığı dizi görmeyeli çok oldu. Tarihi dizilerimiz hakkında yorum yapmama gerek var mı? Birinin neredeyse tamamen yatak odasında, diğerinin ise savaş meydanında kelle uçurmayla geçtiğinin açıklanması gereksiz bile. Ne ruhsal ne de akli derinlik görüyoruz karakterlerde. Koca bir devletin yöneticisini gelen geçen elinde oynatıyor.
Güney Kore dizilerinde gözlemlediğim, işte bu unsurların daha makul ve gerçek oluşu. Sanki hala iki kişinin birbirine sadık olduğu, masumiyetle dolu ilişkiler işleniyor genellikle. Hastalık ve yaşlılık temaları işleniyor, şiddet yanlısı insanların nasıl hayatla tekrar barıştığı ana konu olarak seçiliyor bu yapımlarda. Genellikle cinsel öğeler oldukça törpülenmiş, basit bir öpüşme sahnesi bile izleyiciler için heyecan yaratıyor. Tarihi diziler öyle güzel kostümler ve çekimlerle hazırlanıyor ki savaş sahneleri öyle duygu yüklü ama şiddetten arınmış olarak çekiliyor ki gerçekten o döneme gidiyorsunuz ama kendinizi savaş meydanında ölmek üzereymiş gibi hissetmiyorsunuz. Komediye yönelik yapımlar bel altı espri yapmadan da insanı kahkahalara boğuyor. Öyle ki dizilerin %90’ını dedesiyle torunuyla teyzesiyle bir geniş aile bile çekirdek çitlerken izleyebilir. Bir çocuğun görmesini istemeyeceğiniz pek az sahne ile karşılaşıyorsunuz.
Kısacası benim gibi tek seferde tek bir şeyi yapmaktan sıkılan insanları eğlendirebilen yapımlarla karşılaştım bu dizileri izlerken. Yönetmenlerin çalışmaları filmleri aratmıyor, senaryolar da oldukça yaratıcı. Bizim dizilerimizde çok çok nadir işlenen fantastik öğeleri sık sık görüyoruz mesela.
Yani sonuç olarak hem dili ilk etapta garip gelen hem de kültürüne oldukça yabancı olduğumuz bu ülkenin dizilerinin ve filmlerinin niye bu kadar popüler olduğunu merak ederseniz, hala insanın ruhuna değebildiklerini, hala insani değerlere değindiklerini bilmenizi istedim. Tabi istisnaları vardır, tek bir kişinin tecrübesi sadece genel ve kişisel değerlendirme yapmaya yeter. Siz de şiddetin ve cinselliğin abartılmadığı bir zaman geçirme yolu arıyorsanız, birbirine bağıran insanlardan ya da sansürsüz çıplaklıktan kaçınmak istiyorsanız, ön yargılarınızı bir kenara bırakıp Güney Kore televizyon yapımlarına bir göz atabilirsiniz.