Bugünlerde bahçemizdeki yavru kedileri ve annelerini izliyorum. Aralarındaki o muhteşem bağı. Annenin yavrularını korumak için adeta bir kaplana dönüşmesini izliyorum. Yeşil, yumuşak çimlerin üstünde dip dibe oturmalarını, bahçenin etrafındaki mor leylaklara patilerini atmalarını izliyorum. Serin akşamlarda birbirlerine sokulan yavruların annelerinin sıcacık kucağında yatışını gördükçe bir süre sonra yavruların annelerinden ayrılacağına inanamıyorum. Her güzel şeyin bir sonu vardır demeleri gibi…
Bir yaz akşamüstü; fotoğrafçılıkla ilgilenen bir arkadaşıma yavrulardan bahsettim. Bunu duyunca “Gelip resimlerini çekebilir miyim” dedi. Tabi dedim bende. Yalın ayak çimlerde oturup bekliyorduk kedileri. Ayaklarımızın altındaki nemli, huzur dolu ve rahatlatıcı hisle birlikte. Bir süre bekledik ama ne yavrular ne de anne geldi. Şaşkındım. Başka gün geldiklerinde onu çağıracağımı söyledim ama içimde bir burukluk kalmıştı.
Tek odağım kedilerin neden gelmediği olmuştu. Evde olmadığım ya da işim olduğu zamanlarda annem ve babamı arayıp onlara soruyordum. Farkında olmadan kendimi bütünleştirmiştim sanırım onların bağıyla. Endişeli olmaya başladım. Artık yalın ayak çimlerde yürüdüğümde bile toprağı hissedemiyordum. Arkadaşlarıma kedilerden dert yanar olmuştum. Yine Gökçeada’nın serin akşamlarından birinde, yağmur damlaları toprağa düşmeye başlamıştı. Kafka’nın Gregor Samsasının hazin dönüşümünü bir kez daha okuyordum. Bu bir işaret olmalı ki o anda camın önünden geçen yavru kediyi gördüm. Hemen bir koşu bahçeye çıktım ve diğer kedilere bakınmaya başladım. Diğer kedilerin olmadığını fark ettim. Bir kaba mama koyup kenara bıraktım. Afiyetle, yalanarak mamasını yiyişini izledim.Yağmurda ıslandığımı bile fark edememiştim. Annem içeriden kızım hasta olacaksın diye serzenişte bulunuyordu.
Yavru kedinin yalnızlığını izlerken aynı zamanda yağmurun şiddetini arttırmasıyla birlikte titrerken fark ettim; kedilerin peşine neden böyle düştüğümü. Ayrılık ve yalnız başına yürüme fikrinin korkusunu hissettim o anda. Kaçtığım şeylerin beni başka bir formda bulduğunu anladım. Kedilerin birlikteliğinin bozulmasından duyduğum endişenin normal hayatımı bile etkilemesine izin vermiştim. Yalnız doğmamışız ve yalnız ölmeyecekmişiz gibi…
Ayrılık. Nereden baksak içinde hüzün barındıran, basit gibi gözüküp içinde binlerce hayatı barındıran kelime. Yalnızlık. Alışılmışın dışında gözüken halbuki içten içe ona sahip olduğumuz bir kelime. Hayatta ki büyük kaçışlarımız ve korkularımızdan. Kedilerin hayatından silip atmaya çalıştığım, kendi hayatımda barındırmaktan kaçındığım.
Bir işaret olmalı demiştim Gregor Samsanın dönüşümünü okuduğum zamanda anlamam. Dönüşüm. Korktuğumuz şeyin ta kendisi aslında. Bir gün hamam böceğine dönüşmemek aslında tüm çabamız. Hayatımızdan atamadıklarımız, sırtımızda taşıdığımız yükler. Bazen de sevdiğimiz birinden ayrılma zamanımız. Anne kedi yavrularını isteyerek bırakmadı, onları sevmediğinden yapmadı. Yavru kediler kardeşlerinden kötü bir şekilde ayrılmadı. Tek bir açıklaması var tüm bunların. Bazen yapmak zorundasındır. Bazen elinde tuttuğun ipleri gevşetmen ya da bırakman gerekir. Kendi yoluna bakman, kendin olmaya izin vermen gerek. İçindeki yalnızlıkla barışman gerek.
Kayıp gidene üzülmek mi yoksa kayıp gideni kendine katmak mı? Belki de yavru kedileri örnek almalıyız. Onların yalnızlığıyla yaşama tutunmasını izlemeliyiz. Kaybettiklerini kendilerine katarak devam etmişlerdir belki de. Dönüşümü tamamladığımızda neye dönüşeceğini seçmek bizim elimizde sonuç olarak. Bende dönüşümü tamamladığımda görmek istediğim kişiyi düşünerek; senelerdir ruhumda toksin etkisi yaratan ilişkimi sonlandırıyorum. Yaşayacağım yalnızlığı kucaklamaya hazırım bu sefer.
Günler sonra kaybettiklerimin ferahlığıyla bir akşamüstü yürüyüşe çıktım. Hava hafif serin, gökyüzü masmavi ve bulut dolu, kulağımda kulaklık “Can Ozan-Mutlu Olmak Zordur Derler” şarkısı çalıyor. Etrafımdaki yeşillikleri izleyerek, sessizliği ve kuşların sesini dinleyerek yürüyorum. Hafif bir gülümseme yayılıyor dudaklarıma. Arada rüzgar estikçe derin bir nefes alıyorum. Üstümden bir türlü atamadığım korkularım bu sefer beni takip ediyor sadece. Kaderin cilvesi mi yoksa tesadüf mü dersiniz bilemiyorum ama biraz ileride serin kaldırıma yatmış yavru kedileri ve annelerini görüyorum; biraz ilerisinde ise tek başına uyuyan siyah bir kedi. Hangisinin daha güzel olduğuna karar veremiyorum. İkisinin de kendi içinde yıldızlar barındırdığını anladığım zamandan beri Can Ozan’ın “Mutlu Olmak Zordur” şarkısında kötü günler görmeden demesi gibi yavru kediler görmeden diyorum bende.