Nâzım Hikmet’in 1965 yılında yazdığı, “Yolcu” oyunu, ilk kez 1967’de sahnelenmiştir.
Durumun daha iyi anlaşılması adına şimdilik burada bulunsun. Oyunun adı, Nâzım Hikmet’in şiirlerinde de alışkın olduğumuz üzre doğrudan bir anlatımı gösteriyor. Ne bir metafor ne bir dolaylama. Mekânı küçük bir Anadolu istasyonudur ki, onun önünden, yolcu trenlerinden çoğu durmadan geçerler. Oyunumuzun geçtiği sıralar kara kışa rastladığı için, bu istasyonda yük trenleri bile durmaz.’’. Bir kış mevsimi. Buraya kadar her şey anlaşılır bir vaziyette ilerliyor. Biz de yazarın kalem izini takip ederek dar bir alanda zaruri bir okuma yapmaya çalışacağız. (kulağa hoş gelen bir ifade)
Öyle ki lafı gevelemeden yekten konuya girmeye çalışacağız. Oyunun birinci perdesi, 1921 yılının ilk günlerinde geçer. Karakterler tanıtılırken de oyun kişisi olan ‘’İstasyon Şefinin Karısı’’ şu şekilde betimlenir ( zaten asıl yolumuz da bu yönde olacak): 27 – 28 yaşlarında, etine dolgun, muhteris yüzlü, yeşil baş örtülü ve uzun beyaz entarilidir. Bir de bunu biz ekleyelim: kadının okuma yazması yoktur. Artık onun hakkında bir malumata sahibiz ve ne yazık ki önyargılıyız. Bir bakıma her şey biz okura bırakılmış durumda; …’’Onları sevmek, onlardan nefret etmek veya onlara acımak, bu oyunun sonunda her birinizin vereceği hükümle, her birinize ait bir iştir.’’ Zira kadının bir adı yok, sıfatı vardır: İstasyon Şefinin Karısı. İstasyon Şefinin Karısı… İçinde yaşadığı toplumun da ayak izlerini bu haliyle bile olsa görmek hiç zor değil. Suç ne kendisinde ne de kocasında; çünkü her şey bu kasabada başlamadı. O yüzden biraz daha derine girmek gerek. Şimdide değil asıl mesele ‘’geçmiş’’te. ‘’Acı veriyorsa eğer geçmiş… O zaman geçmemiş demektir.’’
İstasyon Şefinin Karısı’nın babası da tıpkı kocası gibi benzer bir duruş sergilediğini görüyoruz. Sözcüklerin yazarlarından daha çok şey anlattığı burada aşikâr. Baba, kızının sevdiği değil de kendisinin istediği bir erkeğe vermiştir. Özne burada kadın değil babadır. Nesnenin kim olduğu malum. Arzunun nerede olduğuna gelince, bir muamma. Kadının ağzından şunu öğreniyoruz ama: Rahmetli babam…kadın kısmının namaz sürelerinden başka bir şey okuması günahtır, derdi. Tam da burada kadının niçin okuma yazma bilmediğini daha iyi anlamış oluyoruz. Toplumsal gerçeklikle karşı karşıyayız. Yukarıda değindiğimiz gibi bu sözün altında müthiş bir hakikat var ve bu hakikat hepimizi ilgilendiriyor. Daha derine ineersek ‘’baba’’nın da özneden nesneye dönüştüğüyle karşılaşırız. En nihayetinde bu okumayı yapabilmek boynumuzun borcu.
Kabul edelim ki bu durum pek alışık olunan bir imge, ki bu yüzden İstasyon Şefinin Karısına üzülmüyoruz. Sadece anlıyoruz kendisini. Üzülmüyoruz, zira kocasının arkasından türlü entrikalar çeviriyor. Anlıyoruz; çünkü kaybedecek hiçbir şeyi yok. İçinde bulunduğu şartlar, var olduğu mekân onu bunları yapmaya sürüklüyor. Hatta şunu da belirtmek gerekir ki, hem kocasını hem de Makasçı’yı elinde oynatan bizatihi kadının kendisidir. İkisinin merkezinde kadın olmasının sebebi çok değerli olmasından değil, yük trenlerinin bile uğramadığı bu yere bir kadına ihtiyaç duyulmasındandır. Hafızamız bizi yanıltmıyorsa Anadolu’da böyle durumlara isnat edilen şey; kuyruk sallamaktır, ilk akla gelen de erkek değil kadındır. ( Edebiyat burada işimize gene yaramaz, evet farkındayız.)
Gel gelelim ‘’erkek kısmının kadınlardan izin aldığını yeni görüyorum.’’ diyerek bu duruma İstasyon Şefinin Karısı’nın da pek alışık olduğunu söyleyemeyiz. Kadına tuhaf gelen şey erkeğe de gelmemektedir. Hatta bozuk saatin doğru seansları gibi karşıya var olanı hatırlatmak gene kadına düşüyor. Bu da kural dışı oynamak istemediğini gösterir bize. Belki de bunu diyerek inceden bir ironi yapıyordur, her şey mümkün. Kimsenin uğramadığı bir yer için bu da elle tutulur bir şekle dönüşüyor.
Özetle oyun, karakter derinliği olmayan oyun kişilerinin ve sahneler arası geçişlerin zayıf oluşuyla pek bir şey vadetmiyor bu açıdan. Ancak dönemi tahlil etme açısından topluma dönük emareler bıraktığını görüyoruz. Yazarın da ifade ettiği gibi oyun kişilerinin hepsi onun arkadaşlarıdır. Kendisi arkadaşları hakkında bir yorumda bulunmak istemediğinden, sevabıyla günahıyla bize bıraktı. Söylenecek daha çok şey vardır belki, fazla uzatmadan burada son vermek istiyoruz.