Hiç düşündünüz mü? “Kızılelma” neresidir?
Gelin “Kızılelma” nedir? Birlikte öğrenelim…
…..
Zamanın Süleyman’ı, ansızın kükremiş bir tufan halinde akseden bu naraları duydu. Padişah, tahtından yavaşça ayağa kalktı. Sağ elini altın koltuğa dayadı. Gökten inen, manası anlaşılmaz bir sese kulak verir gibi başını büktü. Ordunun velvelesini dikkatle dinledi.
“Kızılelma! Kızılelma!” Kızılelma’ya gideceğiz!
Bu ismi şehzadeliğinden beri binlerce defa duymuştu. Şarkta olsun, garpta olsun, sefere çıkarken galeyana gelen asker hep “Kızılelma’ya!” diye bağırışıyordu.
Bu narayı yeniçeri kışlalarında, sipahi ocaklarında, geçit resimlerinde, hatta İstanbul’da, sarayın iç bahçesinde bile duymuştu.
- Kızılelma neresi? Diye mırıldandı.
Yarım saat evvel büyük dîvândan çıkan vezirleri tekrar çağırdı.
Heyet, niçin yine huzura çağırıldıklarını ürkek bir ıstırap ile merak ediyorlardı.
Sordu: “Kızılelma” neresi? Bilen var mı?
Kimse cevap veremedi. Herkes önüne bakıyordu.
Padişah: Bunu sormak için sizi çağırdım, Otağımızın etrafında daima bu narayı işitiriz. İşte bakınız. Yine “Kızılelma’ya, Kızılelma’ya…” diye bağırışıyorlar… Burası neresidir? Binlerce defa ismini işittiğim bu memleketin neresi olduğunu öğrenmek isterim.
Divandakiler:
- Viyana olsa gerek, padişahım!
- Roma olsa gerek, padişahım!
- Hind’dir!
- Sind’dir
- Kafdağı’nın arkası olsa gerek!
- Padişahım! Bu “Kızıl Elma”, halk kullarının uydurduğu bir efsanedir. Ne aslı vardır, ne faslı… Bir hakikat değildir ki, biz bilelim! Halk bilmez söyler.
Süleyman elini kaldırdı: Halkın dediği! Hakkın dediği!
Paşalardan birine, çıkıp gizlice ordunun içine girmesini, bağıranlardan rasgele üç kişi tutup huzuruna getirmesini istedi.
Paşa, biraz sonra otağa girdi:
- Üç kişi tuttum, padişahım! Dedi.
- Evvela bir tanesini getir bakalım.
Paşa, otağın mehâbetinde ürkerek sapsarı kesilmiş, başında perîşânîsi dağılmış, tirtir titreyen bir adamla geldi.
Bu, uzun boylu, pala bıyıklı, kuvvetli bir garipti. Orduda ayakkabıcılığı yapan biriydi. Otağ kapısının dışındaki kapıcıların öğrettikleri gibi, tahta doğru gitti. Yeri öptü. Ayağa kalkmadı. Kolları göğsünde bağlı, dizüstü kaldı.
Padişah sordu:
- “Kızılelma!, Kızılelma!” dersiniz. Burası neresidir?
- Herkes bağırır, padişahım. Ben de bağırdım, dedi.
- Neye bağırdığını sormam. Kızılelma neresidir? Onu söyle!
Garip tereddüt etmedi:
- Padişahımızın bizi götüreceği yer! Dedi.
- Orası neresi?
- Padişahımız bilir.
Padişah, ikinci adamı getir bakalım! Dedi.
Bu sefer huzura getirilen, tıknaz, esmer, beyaz keçeli, afacan bir yeniçeri neferiydi. Serbestçe yürüdü. Saçağı öptü. Kalktı, el bağladı.
Padişahın “Kızılelma neresi?” sualine, düşünmeden:
- Önümüze düşüp bizi götüreceğin yer padişahım!
- Orası neresi?
- Sen bilirsin padişahım!
Paşa üçüncüyü huzura aldı. Bu genç bir bostancıydı.
- Kızıl Elma neresi?
- Atınızın gittiği yer, padişahım!
- Orası neresi?
- Neresi olduğunu ancak padişahım bilir!
Anlaşıldı ki orası ne Hind ne Sind’di. Ne Çin ne Maçin’di. Ne Viyana ve ne de Romaydı.
Padişah, huzurundakilere:
- Gördünüz ya, dedi. Üçünün de cevabında bir fark yok. Hakikat bir! “Kızılelma” benim gitmek istediğim yer, Hakk’ın beni göndereceği yer!
Dışarıdan naralar devam ediyordu. Sanki hayalin eremeyeceği derecede yüksek, pek yüksek bir arşa doğru kanatlarıyla uçmaya hazırlanıyorlardı!
- Kızılelma’ya…
- Kızılelma’ya…
……
Kızılelma; çift kanatlı; “tunç bilekli” “hilal yürekli” yiğitlerin yoludur.
Kızılelma; devletin madden ve manen kâmil bir insan, insanı da vakarlı ve onurlu kültürüyle “milli”, entelektüel, duygusal ve ruhsal zekâsıyla ardından yürüdüğü, dik duran liderinin tasavvurudur.
Kızılelma hafızadır; İnsan ve devlet hafızasıyla yaşar. Hafızasız devlet ve hafızasından uzaklaştırılmış nesil, filiz verip yükseldiği toprağın mayasından uzaklaşmış, köksüz, çağların dev gibi yuvarlanan çığının önünde sürüklenen, fikri mahkûm, irfanı kör, kimliksiz ve gayesiz savrulan bir güruhtur.
Kızılelma; istiklalin ve istikbalin hafızasıdır. Her kayıp hafıza, yitik, yırtık yamalı bir libasla, yaban kimliğine terk edilmiş, istikbale götüren bir kanattan mahrumiyettir. Yaban birey için kimliği kayıp yıllar, millet için kaybolmuş istiklaldir.
Kızılelma; medeniyet mefkûresinin tohumlarının ruhudur. Medeniyet, hafızların bahçesinde tek vücut ulu çınardır. Çınarın tohumu, gençliğin zihinlerine serpilmiş, dünyevi bilimle donanmış, uhrevi ilimle yücelmiş “ruhun” filizleridir.
Kızılelma; Muhammedî ahde, ecdadın ahdidir. Ayakları arzda sağlam duran, letâifi arşa yükselen, “ahdini” hatırlamış, neslinin gönlünde “ecdat” övgüsüne mazhar olmaya namzet, bir yanında “dünya” diğer elinde “ukbâ” kanadıyla arşa yükselen ruhların gayesidir.
Kızılelma; Ertuğrul Gazi’nin gayesi, Osmangazi’nin rüyasıdır. Bin yıldır büyüyen ulu çınarın Anadolu topraklarına saldığı köklerin beslendiği efkârdır. Dallarında bütün insanlığa açılmış merhamet ve adalettir. Gölgesinde mazlumların nefes aldığı, huzur ve güven bulduğu ana kucağı, baba vakarıdır.
Kızılelma; Fatih Han’ın gemisi, Abdülhamid Han’ın davası. Mustafa Kemal’in ideali, Recep Tayyip Erdoğan’ın sevdasıdır; “Dünya Beşten Büyüktür” fikir isyanının aleme seslenişidir. Ölümün dirilişle yazdığı destan, milletimizin hakikatidir. Ardından koşulan liderlerin kılavuzu, uykusuz gecelerin seher heyecanıdır. Gemilere karadan dümen kırdıran, Bizans’ın hayalini Bizans’ın nesline kâbus eden Fatih’in şuurudur.
Kızılelma; bir çınarın filiziden yenide doğan milletin Çanakkale’de, Sakarya’da, Kut’ül Amare’de, Maraş’ta, Antep’te, Urfa’da cihana verdiği derstir.
Kızılelma; çağ kapatıp çağ açan ecdadın mirasıdır.
Kızılelma; hilalin doğduğu güneşin süzüldüğü yerden insanlığı, adalete, bağımsızlığa ve özgürlüğe, hakkaniyete ve insaniyete çağırıldığı yerdir.
Kızılelma; beylikten cihan devletine koşan ecdadın yetiştirdiği çınarların, yarım kalmış azmidir.
Kızılelma; ezanın ulaştığı ufukta yeniden ezan doğmaktır.
Kızılelma; Anadolu’da nefes alan yüreklerin, Anadolu’dan nefes alan âlemin duasında “tarihin çağırdığı” hilalin fidanlardır.
Kızılelma; ruhsuzların, hainlerin, satılmışların kâbusudur.
Şimdi kendime soruyorum:
“Seni çağıran “Kızılelma” neresidir?