Mantık belki de insanoğlunu keşfettiği en eski düşünsel yapı. Kadim filozofların üzerinde durduğu en önemli şey. Matematik onun üzerine inşa edilmiş. Dolayısıyla bilim de öyle… İnsanoğlu sorunları, karmaşaları, problemleri mantık sayesinde sonuçlandırmış. Gelecek hakkında öngörülerini, geçmişe dair çıkarımlarını hep mantık yardımıyla yapmış. Mahkemelerde mantık işletilmiş, suçlular mantık süzgecinden geçerek değerlendirilmiş. İşte mantık bu kadar önemli hayati insan için.
Fakat gelin görün ki, mantık mutlak olmasına rağmen toplumlar tarafından muğlak olarak algılanmış. Her toplumun mantık işletme mekanizması birbirinden farklı olarak oluşmuş. Çoğu zaman da mantık çevreden ve içinde yaşanılan çağdan etkilenmiş. Mantık kendi tanımının dışında çoğunluğun yaptığı olarak tanımlanmış. Hal böyle olunca mantıkla mantıksızlık arasındaki çizgi iyice incelmiş ve bir noktada görünmez olmuş.
Günümüzdeki durum da bundan ibaret. İnsanlar “mantıklı” derken daha ziyade çoğunluğun ortak kanaatini dile getiriyor. Ya da zamanın onu dönüştürdüğü zihinsel yapıyla bunu söylüyor da farkında değil. Hepimiz içinde yaşadığımız çağın insanıyız bu doğru ama hiç bir çağa göre 2×2=4 gerçeği değişmez. İnsanlar mantık adı altında kişisel kanaatlerinden oluşan terazilerinde tartıyorlar yargılarını.
İçinde yaşadığımız veya var olduğumuz toplumun yargıları, kuralları, gelenekleri, doğruları, kabulleri büyük oranda bizim mantık algımızı şekillendiriyor. Bu yüzden bugün bize mantıklı gelen şeyler bundan elli yıl önce mantıksızdı. Elli önce mantıklı gelen şeylerse yüz yıl önce mantıksızdı.
Mantık, doğrunun duyguların ve zamanın etkilerinden arınmış halidir. İnsanın özü diyebileceğimiz o ortak insalık için doğrular bundan bin yıl önce neydi ise şimdi de odur. Gerisi hep manipülasyon ve aldatmaca. Zoraki bir yönlendirme ve dolaylı esir alma. Günümüz ihtiyaçlarının yüzde doksanı tamamen lüks ve zorunlu algısıyla oluşturulmuş gereksiz şeyler. İçinde yaşadığımız hayattaki saçmalıkları ve mantıksızlıkları kendi kurguladığımız yamuk evrende mantıklı olarak kabul ediyoruz. Ve bu mantıksızlıklar uğruna bir ömür harcıyoruz.
Mesela bundan 200 yıl önce örgün okullar yoktu ve insanlar sınavlarda başarılı olsun diye çocuklarını bir yarış atı gibi kırbaçlamıyorlardı. Ve bu durum onlara yeterince mantıklı geliyordu. Veya bundan 30 yıl önce kimsede cep telefonu yoktu ve bu durum insanlara hiç de mantıksız gelmiyordu. Ayrıca kimsenin Facebook veya Instagram gibi sosyal medya hesapları da yoktu ve sanılanın aksine bu durum hiç de saçma veya mantıksız değildi.
Mantığımız ruhumuza açılan pencerelerdir. Bu pencereleri yitirdiğimizde içimiz kararmaya başlayacak ve biz de içimizi güneş olduğuna ikna edip kandırdığımız ultraviyole ışın yayan ampüllerle donatmaya başlayacağız. Sonunda ise radyasyona bulanmış ve varlığımızı yitirmiş olacağız.