Batılı yaşam biçimi, kendi asli değerlerini dahi tehdit edecek sınırları çoktan aşmıştır. Önü alınamaz bir anlam ve değer kargaşası içinde gerçek, yerini çoktan kaybetmiş, “gerçeklik” denen şey kişinin zihninde ve egosunda bireyselleştirilmiş ve biricik doğru veya olması gereken budur seviyelerine indirgenmiştir.
Batılı yaşam kodları; belli kültür, sanat, edebiyat, tüketim biçimleri veya yaşam stilleri etrafında yoğunlaşarak rakip gördüğü kültür ve medeniyetleri önce dıştan değiştirmeye başlamıştır. Daha sonra değişime uğrayan yaşam biçimleri, tüketim alışkanlıkları üzerinden hayatımızın her alanına nüfuz ederek, bizi kendimiz olmaktan uzaklaştırmış, kendi kültür ve değer manzumemizi metamorfoza uğratmıştır. Ama batı, kendisi gibi de olmamızı da istemediğinden, bize ihraç ettiği fikir, kültür ve yaşam biçiminin özünü de ülke ve medeniyetlere mahsus olmak üzere başkalaştırmıştır.
Neticede dünyanın geri kalanı, Batının teknik üstünlüğünü kabullenmiş, onun bilim dilini gerçeğin kendisi olarak kabullenmiş, değer yargılarını ve yaşam biçiminin doğruluğunu batılı değerlerin mihengine vurmuş, kendi geri kalmışlığını batının sömürgeci ve emperyalist emellerine değil de; kendi inancına, değerlerine ve tarihine bağlamış özünden uzak ama batılı değerleri de içselleştirememiş nesiller yetiştirmiştir.
Modern olmayı batılı olmakla bir tutan bu anlayış, batılı olmayan her şeyi değersiz görmekle kalmamış, bunlarla mücadele etmeyi modern olabilmenin gereği saymıştır. Batılı olmak için önce düşünce ve zihinlerini kiraya çıkarmış, batının bilimini önceleyen ve hakikatin tek kaynağı gördüğü aklı kutsallaştırmıştır. Akıl kutsal ilan edilince Tanrının tahtı sallanmış, tanrıdan gelen her şey aklın sınırları içerisinde değerlendirilmeye tabi tutulmuş, akılla açıklanamayan her şey gericilik olarak nitelendirilmiştir. Seküler bir yaşamın tohumları hayatın her alanına serpilmeye başlanmıştır.
Evrensel ahlak ve değer manzumeleri akılcılığın ve egonun heveslerine kurban edilmiş, modern olmak bedensel özgürlükleri sınırsızca yaşamayla özdeşleştirmiştir. Özgür ve özgün olmak o kadar yüceltilmiştir ki, Tanrının yerini tutacak kahramanlar Hollywood eliyle imal edilmiş, bu kahramanların kurtaracağı bir dünya aldatmacası üzerinden birey ya kahraman olmaya zorlanmış ya da kahraman olamayanlar pasifize edilmiş bir toplumun duyarsız ögeleri haline getirilmiştir.
Bireysel yaşam ve bireysellik hayatın tek gerçeği haline getirilmiş; kapitalist yaşam biçimi o kadar pompalanmıştır ki, bireyler; kendi yaşamlarını kazanmak, her zaman her şeyin en iyisine ulaşmak ve olabildiğince tüketmekle mutluluk arasında bir ilinti kurmuş, huzuru eşya ve metaya sahip olmakta eş tutan bir yaşam biçimini içinde sınırsız ve ulaşılmaz hedeflerin peşinde kendisini dahi dinleyemeyen, kendi içi sesini duyamayan, kendisine yabancılaşmış, tüketim canavarları haline gelmişlerdir. Çağdaş yaşamın acı meyvesi olarak modern kölelik, uluslararası büyük şirketlerin elinde yeniden diriltilmiştir.
Bilgi kutsallaşırken, batılı kodlardan beslenen felsefi düşünce; insanın deruni ve hissi yanlarını törpülemiş, eşyanın hakikatini anlamaya çalışan irfan geleneğini budamış, ahireti önceleyen anlam ve değer biçmeyi sadece dünya ile sınırlandırmıştır. Neticede bilmek kazanmak ile aynileştirilmiştir. Mutluluk; maddeye sahip olmak, üretim ve tüketim ilişkisine indirilmiştir.
İnsanlar kendilerine değer ve anlam biçmek için dünyalık hedeflerin peşine koşulmuş, sahip olduğu kariyer ve para ile kendisini ifade eder hale gelmiştir. Kişinin ahlaki tutum ve davranışları modern dönemde insana bir ünvan kazandırmazken, değeri sahip olduğu makam, mevki ve itibar ile ölçülmeye başlanmıştır. Son kertede kapitalist sistem kendisi için çalışacak iş gücünü oluşturmak için kişisel gelişim söylemini icat etmiş, insanları ortak hedefler peşinde koşturmuş ve birbirine kırdırmış, başaramayanlar için yeni reçeteler sunarken, başaranların da yerlerini korumaları uğruna her türlü numarayı çevirmesini meşru saymıştır.
Batı bunları ve daha fazlasını aklımıza, yüreğimize, yaşam ve inanış biçimimize kadar sokmuştur. Bunun yol açtığı en büyük tahribat ise sömürülmeye açık bir zihin yapısının oluşmasıdır. Yenilmişlik ve eziklik psikolojisi hücrelerimize kadar sinmiş ve batı karşısında öğrenilmiş çaresizlik hastalığına yakalanmışız. Bunlardan elbette kurtuluş yolları var:
Evvela batıyı mutlak ve gerçeği ölçen bir terazi olarak görme alışkanlığından kurtulmamız gerekir. Batıdan ithal edilen her şeyin iyi ve doğru olamayacağını anlamalıyız. Kendimiz olmaktan utanmamalı ve korkmamalıyız. Kendi varoluşumuzu ve geçmişimizi batının gözü ile değerlendirmeye tabi tutmamalıyız. İnancımızın bizi çağdaş olmaktan uzaklaştırdığı düşüncesinden kurtulmalıyız. Aksine biz inançlarımızdan uzaklaştığımız için bugün dünyada geri kaldığımızı idrak etmeliyiz. Cesur olmalıyız.
Düşüncede, bilimde, sanatta, estetikte ve daha birçok konuda özgür ve özgün olmadıkça batının sillesini yemekten kurtulamayacağımıza bilmeliyiz. Kur’an’ın vaaz ettiği inanç, hayat ve ahlak sistemini daha iyi öğrenmeli ve ruhu mana köklerimizden beslenen yeni bir eğitim sistemi inşa etmeliyiz. Zihinleri değiştirecek, yüreklerdeki korkuları silecek, zamana, eşyaya, mana katacak afak ve enfüsteki ayetleri kavratacak, Kur’an ve sünnet merkezli bir terbiye metodu oluşturmalıyız.
Düşünen, sorgulayan, eleştiren, disiplinler arası metodolojiyi içselleştiren, yeniliklere açık, denemekten korkmayan, özeleştiri yapabilen, ahlaki olgunluğu önemseyen, üretken bir neslin yetişmesi için bireysel gelişimi, kişisel farklılıkları öne çıkaran bir eğitim sistemi kurmalı ve bu sistemin öğretmenlerini yetiştirmeliyiz. Bu aktif çabayı toplumun bütün katmanlarına yaymalı; kamunun bütün kademelerinde liyakat, ehliyet ve adaleti gözeterek görevlendirme yapmalıyız. Hak sahibinin cinsiyetine, ırkına, inancına bakmadan bütün toplumu kucaklayan bir yönetim anlayışını benimsemeliyiz.
Bunların zor olduğu aşikâr fakat her şey önce inanmakla ve zihnimize bu düşünceleri nakşetmekle başlar. Vesselam…
Fotoğraf kaynak: https://sagligabiradim.com