Bazen içimde durup dururken bir his belirir. Bir gölgeyi takip eder gibi, kütüphanemde ne aradığımı bilmeden kitaplar karıştırırım. Bir bilgiye rastladığımda aradığım şeyin tam da o olduğunu anlarım. İşte Hammer’i karıştırırken de öyle oldu… Dünya dengesinin nasıl ayakta tutulduğunun hikayeleriyle karşılaştım.Ve dengenin merkezinde, adı sık sık ama sanki yeterince yüksek sesle anılmayan bir adam var: Hepimize tanıdık ama toplum olarak hakkında pek de bir şey bilmediğimiz Sokollu Mehmed Paşa.
Sokollu için “Dünyayı ayakta tutan adam” ifadesini kullanan isim, İngiliz tarihçi Lord Kinross. The Ottoman Centuries adlı eserinde Sokollu’yu yalnızca bir sadrazam olarak değil, 16. yüzyılın küresel siyasetini dengeleyen bir akıl olarak resmeder. Üç padişah döneminde –Kanuni, II. Selim ve III. Murad– devletin gerçek yürütücüsü olması bile bu tanım için yeterli bir gerekçe sayılabilir. Ama mesele bundan ibaret değil.
Sokollu, Akdeniz’den Hint Okyanusu’na, Orta Avrupa’dan Kafkasya’ya uzanan bir coğrafyada krizleri birbirine değdirmeden yöneten bir figürdü. Don-Volga Kanal Projesi gibi bugün bile “fazla ileri” sayılabilecek fikirler onun zihninde bir devlet refleksi olarak şekillenmişti. Kıbrıs’ın fethiyle Venedik’le, Lepanto yenilgisi sonrası Avrupa’yla, İran cephesinde Safevîlerle kurduğu denge, kaba güçten çok zaman kazanma ve yıpratmama siyaseti üzerineydi. Bu yüzden Kinross’un ifadesi abartı değil; Sokollu, gerçekten de dünyanın o anki ağırlığını elinde tutuyordu.
Hammer’in tarihinde dikkatimi çeken bir diğer isim ise Mustafa Selanikî oldu. Resmî bir vakanüvis değil; belki de tam bu yüzden kıymetli. Tarih-i Selanikî, sarayın içini ve taşranın nabzını aynı anda tutabilen nadir metinlerden biri. Selanikî’nin dili şaşırtıcı derecede canlıdır. Bir olay anlatırken kelimelerin kökenine iner, kavramların anlam kaymalarını fark eder. Latince corpus ile Türkçe “gürbüz” kelimesi arasında kurduğu ilişki, onun sadece tarih yazmadığını, beden, güç ve iktidar fikri üzerine düşündüğünü gösterir.
Selanikî, büyük adamları yüceltmekten çok, onların etrafında oluşan insan manzaralarını kaydeder. Bu yönüyle Sokollu’nun ihtişamını değil, onu mümkün kılan zihni iklimi anlamamıza yardım eder. Hammer’in doğu kaynaklarına yaslanmasının en büyük kazancı da burada ortaya çıkar: Osmanlı tarihi, Batılı gözle “egzotik” değil, içeriden “insani” bir hikâye olarak görünür.
Bu noktada ister istemez başka coğrafyalar akla geliyor. Çin tarihinde, özellikle Han Hanedanı’nda Zhuge Liang gibi figürler vardır. Resmî unvanları sınırlı, ama fiilî etkileri belirleyicidir. Devleti ayakta tutan şeyin ordu değil, denge, sabır ve stratejik erteleme olduğunu bilen insanlar… Sokollu ile Zhuge Liang arasında yüzyıllar ve kıtalar olsa da ortak bir özellik var: İkisi de fetih sarhoşluğundan çok, devamlılık aklına inanıyordu.
Belki de bu yüzden bu tür isimler, tarih kitaplarında parlayıp sönen kahramanlardan daha sessiz ama daha kalıcıdır. Dünyayı ayakta tutanlar genellikle onu sallayanlar değil, sallanmasını engelleyenlerdir. Hammer’in satır aralarında, Selanikî’nin cümlelerinde ve Kinross’un tanımında hissettiğim şey tam olarak bu: Tarih bazen kılıçla değil, kelimeyle ve akılla tutulur. Dedim ya, bir bilgiyi bazen bulduğunda onu aradığını anlarsın. Ve o zaman dünya, bir süreliğine de olsa, yerinde durur.
