Yuva

Not: Her sene Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlediği Hasan Ali Yücel Öğretmenler Arası Öykü Yarışması’na bu sene de öykümü yazıp katılmadım. Jürilerden ziyade öykülerimi samimi okuyucularla paylaşmak daha dürüst bir davranış gibi görünüyor bana. Bu “Corona Günleri”nde okulunu bir yuva gibi özleyen öğrencilere ithaf olunur.

Yuvadan düşmüş, ince kızıl çıplak boynu uzun sarı tüylerle sarılmış, titriyor, küçük kılçık kanatlarını çaresizce çırpmaya çalışıyor, geniş ağzını sonuna kadar ayırmış, tiz çığlıklar atıyor, kabarık gözleri ince bir göz kapağıyla örtülmüş, yerde yatıyor. Emir gördü onu ilk. Diğer çocuklardan önce görmesi büyük şanstı. Bir başka çocuk da onu görebilirdi mesela. Ama Emir gördü. Geriden görmüştü önce. Taş gibiydi ilkin, sonra annesinin süpürgeyle kovaladığı farelerden birisi sandı, biraz daha yaklaşınca onun bir kuş olduğunu anladı ve birkaç sıçrayışta kuşun yanına giderek önüne çöktü. İyice eğilerek gözleriyle incelemeye başladı onu. Çünkü henüz ona dokunacak cesareti bulamıyordu ellerinde. Küçük göğsü bir inip bir kalkıyor, bir tel gibi ince pençeleri ara ara oynuyordu. Emir biraz daha eğildi gözleri daha açılmamış yavru bir kuştu bu. Buraya nasıl gelmiş, yuvasından nasıl bu kadar uzaklaşabilmişti? Etrafta ona yuva olacak hiçbir yer yoktu. Demek ki yuvasından epey uzaktaydı. Şimdi cesaretini toplayarak kuşa dokunmak isteğiyle dolup taştı. Küçük tombul parmağını çekinerek kuşun bir inip bir kalkan karnına dokundurdu. Kuş bu temasla bir an çırpındı ama sonra kendini bıraktı. Adeta Emir’in ona dokunmasına izin verdi. Emir onun bu kadar sıcak olacağını hiç düşünmemişti. Bu sıcaklık parmaklarından ilerleyerek tüm vücuduna yayıldı adeta. Kahverengi iri gözlerinin nemlendiğini hissetti birden. Sağ yanağına kuşun vücudu kadar sıcak bir şey aktı. Yuvasından, annesinden, babasından ayrı olması onu çok üzmüş olmalıydı. Burada yapayalnız ve çaresiz yatıyordu işte. Onu burada bırakamazdı. Durgun bir nehirden su alır gibi avuçlarını birleştirerek yerden aldı yavru kuşu. Bir tüy kadar hafifti buna rağmen minicik kalbi tüm vücudunu sarsacak kadar kuvvetli atıyordu. Yaşamak istiyordu demek ki! 

Bir kuş sürüsü tiz çığlıklarla yuvalarına dönüyordu. Yavru kuş bu sesleri duyunca birden hareketlendi ve çırpınmaya başlayarak kuşların çığlığına eşlik edercesine cılız bir şekilde ötmeye başladı. Emir onun bu çabası karşısında olduğu yerde durdu. Emir’in kulağına da  sesler dolmaya başladı. Teneffüs saatinde arkadaşlarıyla el ele koşuyor, ağız doluşu kahkahalar atıyordu. Öğretmeni ise gülümseyerek onları izliyordu. Yavru kuş tekrar çırpındı. Emir giden sürüyle gelen heyecanı hala avuçlarında duyuyordu. 

O günü unutamıyordu Emir, sınıfta öğretmenleri okumayı erken öğrenen öğrencilere hikâye kitabı dağıtıyordu. Öğretmenini ne kadar özlemişti öyle. En çok da kokusunu. Üzerine eğilip elinden tutarak defterine bir şeyler yazdırırken yayılan o koku… O gün müdür yardımcısı sınıfa gelmiş ve ertesi hafta okulun bilinmeyen bir süreye kadar kapandığını söylemişti. Emir bunun ne demek olduğunu anlamamış ama haberlerde dinlediği o virüsle ilgili olduğunu hissetmişti. 

Acaba bu kuşun türü neydi? Güvercin diyemezdi çünkü güvercin olamayacak kadar küçük duruyordu. Serçe de diyemezdi, tek tük telek tüylerine bakılırsa serçeden daha iri bir kuştu. Acaba annesi onu arıyor muydu şu an? Yuvasından ayrılmış, boynu bükük kalmıştı artık. Arkadaşları var mıydı onun da? Onları özlüyor muydu? Uzaktan eğitim devam ediyor, kamerada görüyordu arkadaşlarını gerçi ama onların yanında olmak, onlarla şakalaşmak, onlarla yarış yapmak, beraber ders dinlemek bambaşka bir şeydi. 

Gözleri sürekli avucundaki kuşta, onun canlılık belirtisi göstermesi karşısında mutlu oluyordu. Bir an bakışlarını kuştan ayırdığında okulunun yanından geçtiğini gördü. Olduğu yerde durdu elinde olmadan. Okulun duvarlarının rengi bu kadar koyu muydu? Yoksa şuan ona böyle mi gözüküyordu? Sanki yalnızlığı onu üzüyordu. Emir kendisini yeryüzünün avucunda duran bir yavru kuş gibi hissetti. 

Sınıfı hala aynı mıydı? Ya sırası nasıldı şimdi? Üzerindeki her izi her çizgiyi ezbere biliyordu. Biran büyükçe yutkundu Emir. Gözleri dolu dolu olmuştu. Sevgiyle elindeki kuşa baktı ve o an bir sevinç çığlığı attı. Kuşun cinsini bulmuştu. Bu bir kumru yavrusuydu. Okulun çatısında görürdü bu kuşları hep. Her zaman çift olarak uçardı bu kuşlar. Anneannesi Hz. Yusuf’un kuyuya atıldığında bu kuşların etraftaki insanları uyardığını söylerdi. Ama nasıl olmuştu da bu kadar uzaklaşmıştı yuvasından. Önemli olan bu değildi artık. Önemli olan onun yuvasına kavuşmasıydı ki bu onu geliştirecek bir deneyim olarak hatıralarında yerini alacaktı. 

Emir koşarak okula gitti. Her zaman arkadaşlarının cıvıl cıvıl etrafı doldurduğu okul bahçesinin bu kadar boş olmasını yadırgadı ilkin. Fakat o anıların ördüğü sıcacık havanın bir anda etrafını sardığını hissetti. Sonra sanki bir teneffüsten dönermiş gibi heyecanla okula girdi. Okulunu o kadar özlemişti ki, içini büyük bir sevinç kapladı. O an gözleri dolarak olmak istediği yerde olduğunu anladı. Birinci katta bulunan müdür yardımcısının odasının kapısının açık olduğunu görünce oraya yöneldi. Müdür yardımcısı bilgisayarının üzerinden bir süredir ayak seslerini duyduğu bkişiy beklediğini belli eden bakışlarla ona baktı. Emir utana sıkıla kendisine gülümseyen uzun boylu müdür yardımcısına avucundakini gösterdi.

  • Bunu yuvasına koyabilir miyiz öğretmenim?

Müslüm Karakuş

26 Ağustos 2020

Son Yazılar

Yazmak, çizmek peşinde, yanmayı pişmeye tercih eden biri...