Kendi kendime konuşuyorum bu aralar… Kendi kendimi seviyorum. Kendi benliğimi
affediyorum ve bekliyorum. Kendi sade fikirlerimi saçıyorum etrafıma kimse
yararlanmıyor. Ne çocuk, ne bakkal, ne de nefes alan bir zırh!
Bu aralar kendi kendime uyuyorum. Kendi rüyamda kendimi öldürüyorum. Kan
görüyorum, bozulmuş diyorlar. İnanmıyorum, başkalarına anlatıyorum. Daha
başkalarına, onlarda hacı hocaya, namaz kıl diyorlar. Bilmiyorum diyorum!
Kendimden kaçıyorum da o hep kovalıyor. Sığınacak dal, gölge, adonis… Hiçbir şey
yok! Çırılçıplak öylece duruyorum. Vücudumun saflığı ve temizliği ile yıkıyorum tüm
ülkelerin kanlı bayraklarını, ellerini, sırtlarını düzeltiyorum. Yalnızlaştırıyor-um!
Özgür oldukları okyanusa götürüyorum onları… SES tellerini parçalayarak ağlıyorlar.
Susuz çöle götürüyorum, yalandan gülüyorlar her müsveddeme… Uzaklaşıyorum!
Nefesim daralıyor…
Kendi kendim yok artık. Benliğim var. kişiliğim yok artık. Karakterim katil, öldürmüş
gölgemi, çırılçıplak öylece duruyorum. Vücudumun saflığı ve temizliği ile yıkıyorum
sokaktaki çocukların ayaklarını, sırtlarını, hep uzattıkları sağ ellerini, “Duanızı alayım”
diyorum; “Bizde de yok” diyorlar.
Sandalyenin üzerindeki notlar
altı çizili isim
ve
imza / tarih
Yıkıyorum sokakların sarhoşluğunu… Sessiz gecenin arasına dalıyorum. Huzurluyum
burada, öylece bırakıp gitmek var ama sol bacağıma oturmuş kelebek, bir gün daha
yaşamak istiyor…