Ona çok güveniyordum. Herkesin beni yarı yolda bırakacağına inanırken, ona inanmamıştım. Ona kendimden çok güvenmiştim. Evet, böyle başladı benim hikayem, o bir kişiye duyduğum nefret duygusunu içimden hiç atamadım şu anda bu satırları yazıyorum çünkü doktorum bunun bana iyi geleceğini söyledi. Sanırım ilerleyen zamanlarda göreceğiz. Buraya geldiğimden beri her şeyimi elimden aldılar. Telefonda çok fazla vakit harcardım, onu bile aldılar. Eski model tuşlu bir telefon verdiler elime. Neymiş, sosyal medyadan uzak durmak ruhuma iyi gelecekmiş. Bir sürü kağıt, kalem, puzzle ve resimlerle doluyum bu odada. Çoğu zaman resim yaparak harcıyorum zamanımı. Bu benim için bir tutku ama onları odamda asılı göremedikçe mutlu olamıyorum, kendi evimde her yer resim doluydu. Ah nasıl özledim evimi, duvarlarını, bana ait oluşunu. Neyse ki resimlerimi duvarlara asmama izin verdiler. Sanırım onlar da resimlerimi beğendiklerinden seslerini çıkarmıyor.
Buranın tek güzel yanıysa kocaman, kekik kokularıyla, güzel çiçeklerle dolu bir bahçesi olması. Her gün 2 saat kadar dışarıda vakit geçirmemize izin veriyorlar. Bu vakitte içimdeki yoğun nefreti, duyguları bu güzel havayı soluduğumda atmaya çalışıyorum. İnsanların nankörlüklerini, yarı yolda bırakmalarını unutmaya çalışıyorum. Benim için o kadar zor bir şey ki. Beni üzen insanlar benim gibi delirmemişken onlara karşı duyduğum nefreti söndürmemi istemeleri.
Her yaptığım resimde onlara karşı duyduğum nefreti anlatıyorum ben. Onlar güzel bir ahtapot görürken ben aslında beyni boş, düşünmeyen insanlara karşı duyduğum nefreti anlatıyorum orada. Her resimde nefretimi canlı tutmak için çabalıyorum. Onlar gibi düşünemiyorum, yapılanları unutan bir adam olamam ben. Hiçbir zaman olmadım. Nefretimi canlı tutmalıyım ki buradan çıktığımda onlara yaptıklarının bedelini yaşatabileyim.
Onların kendilerini kandırdığı, gösterişle dolu içi boş yaşamlarına acıyorum. Onların hayatı yaşama tarzlarından nefret ediyorum. Daha fazla şey yazabilirim buraya ama sahip olduğum duyguyu en iyi şekilde anlatmanın yolu sanırım onu tanımlamaya çalışmak. Bana göre nefret; aile gibidir. Başta ona muhtaç olursun, iyi hissetmek için nefret etmen gerekir. Sonra alışırsın; onunla yaşamanın seni hayata daha iyi adapte ettiğine, sana yapılanlara karşı seni koruduğuna inanırsın. Daha sonra ondan sıkıldığın, üzerine bir ağırlık gibi çöktüğünü hissettiğin, bırakmak ve o olmadan da büyümek istediğin, ayaklarımın üzerinde durabilirim dediğin bir döneme girersin.
Sonrasında düşersin. Kalktığında hem ayakları üzerinde duruyor hem de korunuyor olursun ve tüm hayatın bu şekilde devam eder ta ki biriniz ölene kadar. Yani içimdeki bu duygu ben ölene kadar yok olmayacak. Bunu doktorlara çok anlattım, delirmediğimi söyledim onlara. Onlar ise duygularımla baş edemediğim için hayatımın bu noktaya geldiğini söylediler. Halbuki bilmiyorlar ki ben sadece duygularıma güveniyorum, o yüzden onları bırakamam. Öldüğümde benim duygularıma ne kadar sadık bir adam olduğumu anlayacaksınız. Benimle gurur duyacaksınız. Biliyorum.