…onu anlatmak çok da kolay bir iş değil. Çünkü harikalar kolay anlatılamaz. Sidon’lu Antipatros M.Ö 4. yüzyılda onu göremediği için listeyi bir eksikle tamamlamıştır: Keops Piramidi, Babil’in Asma Bahçeleri, Zeus Heykeli, Rodos Heykeli, İskenderiye Feneri, Halikarnas Mozelesi, Artemis Tapınağı ve de…
Türkiye 80li yılları yaşamaktaydı; eski ile yeni arasında bir geçiş modernin postmodern’e yenilmeye başlamasıydı 80li yıllar. Aşırı politize olmuş 70lere tepkiydi. Büyük şehirlerde burs bulamamış ancak harçlığa da ihtiyacı olan üniversite öğrencileri kendilerine o dönem adı yeni yeni duyulan bir çalışma yöntemi içerisinde iş arıyorlardı. Bu yöntemin adı part-time’dı. Zaten Türkiye’nin neyi tamdı ki(?!) çalışma tam zamanlı olacaktı. Kapitalizm’i yarımdı Türkiye’nin 24 Ocak karalarıyla rota kapitalizm olmuş ve asker postalı ile 12 Eylül de yürürlüğe konulmuştu. Demokrasisi yarımdı Türkiye’nin ve o dönemde her 10 yılda bir kesintiye uğruyordu. Güya karma ekonomi ve planlı bir sitemdi de o da yarımdı ‘yap işlet devret’ti artık onun adı. Ha zaten yeni bir isimde şarttı yoksa ‘benim memurum işini bilir’, ‘Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz’ kelamları nasıl edilecekti. Teknolojisi yarımdı Türkiye’nin birileri arı gibi vızıldayıp ‘Türkiye çağ atladı’ dese de gerçek öyle değildi. Teknoloji ve lüks tüketim hala ülkeye gurbetçi bavullarıyla girmekteydi. Gerçi ülkede büyük bir tüketim devrimi yaşanacak ve seksenlerin ikinci yarısıyla birlikte gurbetçi bavullarında ki ‘lüks mallara’ orta sınıf rahatlıkla ulaşacaktı. Artık gurbetçi bavullarının vazgeçilmezleri raflardaydı, tüketici adeta bir malı değil statüyü satın alır gibi o malları talep ediyordu. Su da çözünen hazır kahveler, fotoğrafı şipşak basabilen fotoğraf makineleri, taşınabilir video kameralar ve de evlerin günlük hayatını doğrudan değiştiren ‘videolar’ (oynatıcı, kaydedici; formatlar: betamax ve vhs)…
Çok geçmeden, çantacılar yani yarım patronlar part-time’ın ortadoğu usulü bir alternatifi olarak yeniden dirilmişti. Hem de bu kez çantacılar, Şener Şen’in ‘Neşeli Günler’ filmindeki efsane oyunculuğundan da hatırlanacağı üzere traş bıçağı gibi bir sıradan ürünler yerine, video kaset aracılığı gibi daha akıllıca seçenekler sunacaklardı. Video kasetler kiralanacaktı, tüketiciler video kasetleri satın almaya yanaşmıyordu çünkü video kasetler yapısı gereği çok yer tutuyor ve bu kasetlerin fiyatları yüksek oluyordu. Mahaleler de video kiralama dükkanları kurulsa da ciddi bir alternatif olarak çantacılar da devreye girmişti. Part-time yönteminden ağzının payını alan ve para kazanmak isteyen üniversite öğrencileri de çoktan çantacılar kervanına katılmışlardı bile. Video dükkanlarından aldıkları video kasetleri mahalle mahalle, kapı kapı gezerek hane halkına ulaştırıyorlardı. Ana hedef kitlesi ev hanımlarıydı. “Ablacığım bakın şunlar ‘vhs’ şunlar ‘betamax’ o filmin betası gelmedi abla.” Bu diyaloglar yapılır üç günlüğüne video kaset kiralanır ve video cihazının eşliğinde evlere yeni dünyalar girerdi. Hollywodd ve Yeşilçam ürünleri arka arkaya izlenir bir film sinemalardan kalktıktan sonra bir kaç yıl da videocularda gezerdi.
70’li yıllardaki televizyon misafirliğinin bir benzeri yaşanıyor video kasetler ev ziyaretlerinde de izleniyordu. Bu sayede ev hanımlarının davet günleri yani dolma, kısır, börek ve her türlü hamur işinin arasın da video klip işlevini de gören sinema filmleri de evlere konuk oluyordu. Ve o da evlere konuk olmaya başlamıştı hem de oturma odalarındaki baş konuklardan biriydi…
O 80’li yılların en yakıcı meltem esintisiydi. O Türkiye’nin kumsal saçlı kadınıydı. Ve belki de Türkiye’nin en güzel kadınıydı…
Kumsal neden güzeldir? Çünkü kayalıkları, rüzgar, dalga ve güneş; işlemişler, dokumuşlar ve yontmuşlardır. Kumsal doğal değildir diyebilir miyiz? ‘Olur mu hiç öyle şey’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Doğal olan uyumlu olandır. Kayalıkları alıp günümüz teknolojisi ile yontsaydık ortaya çıkan kum için bu doğal değildir diyebilir miydik? Evet bu kadın doğuştan sarı saçlı değildi. Ama uyumluluk buydu işte doğuştan gelen sarı saçlar bile bu kadar uymazdı bu kadar yakışamazdı insana. Ona yapılan müdahaleler rüzgarın, dalganın, güneşin kayalıklara müdahalesi kadar saf ve doğaldı.
O çağdaş bir kadındı ancak batılı bir kadındı diyemeyiz yani o ne batılı bir kadındı ne de batılıların bizim için çizdiği oryantalist sınırlar içinde kalan bir kadındı. O batılı bir kadın gibi sıradan değildi. Doğulu bir kadından da çok daha gizemliydi.
Kumsalla ilgili ne kadar çok ezgi üretilmiştir, yorumlanmıştır. Sanki bir kum saatinin akması gibi kumsalda insanın beynine anıları akıtır ve bazen insan geçmişten bir ezgiyi hatırlar. Ve ufuk çizgisine bakar insan geçmiş, bugün ve gelecek ufuk çizgisinde kaybolurken dudaklar da hatırlanan ezgi mırıldanır. İşte böyle ezgileri henüz söylememiş ancak ileride söyleyecek olan bir kız çocuğu bakıyordu ufuk çizgisine. Nermin, İzmirliydi hayalleri boyundan aşmış büyüyordu İzmir sokaklarında ama geçim derdi büyüktü. Geçim küçüğü bilmezdi küçüğü de alır büyüklerle çalıştırırdı. Annesi gibi işçi olacaktı Nermin, tütün işleyecekti. İşçiydi işçi mi kalacaktı(?), yoksa yazgısında onun için başka bir öykü mü tasarlanmıştı? Fabrika macerasının ardından bir reklam şirketinde sekreter olacaktı, sekreterliği sırasında telefonda dahi sesinin çok güzel olduğunu düşünen bir gazino patronu ona sahnelere çıkabileceğini söyleyecek, sonrası masal gibi akacaktı. Gönül Yazar ile yolları kesişecek, Gönül Yazar kızın ‘harika’ güzelliği karşısında etkilenip hemen ona bir sahne ismi verecek ve genç kız sahneleri yeni ismiyle fethedecekti.
O gurbetçi bavulundaki lükslere bile yeni kavuşmuş bir toplumun fark edemeyebileceği kadar lükstü.
İnsanlar kendilerinden izler buldukları ezgileri dinlerler. 1980’lerin Türkiye toplumunda ezgiler de anlatılanlar yaşanmışları bırakıp hayallere yönelmişti. Belki de bundan dolayı Arabesk kavramı Fantazi kavramıyla birlikte anılmaya başlanmıştı. Arabesk Fantazi şeklinde bir sınıflandırma yapmak aslında çok da gerekli değildir. Ancak böyle bir sınıflandırma yapılacaksa ‘kumsal saçlı kadın’ın hakkını yiyemeyiz onun ‘Alışırım’ albümünü Arabesk Fantazi tarzının ilk örneklerinden kabul edebiliriz. Arabesk Fantazi ile 1970’lerin acılı Arabesk’i arasındaki temel fark Arabesk’in içine daha fazla pop müzik ögesinin girmesidir diyebiliriz. Ayrıca önemli bir hususta biraz daha farklı bir tarzla bu yorumdan bir kaç yıl sonra Müslüm Gürses’te ‘Alışırım’ ezgisini yorumlamıştır. Ancak Müslüm Gürses bir eseri yakın zamanlama ile diğer solistlere rakip bir şekilde yorumladığında diğerlerinin hiç bir şansı olmamaktaydı. Ancak bu defa öyle olmamıştır. Bu durum, ‘öpmek istedim’, ‘silinmeyen hatıralar’, ‘gitme’, ‘sen deli misin’ ve ‘konuşsana bir tanem’ ezgileri içinde gerçekleşmiştir. Müslüm Gürses ile aynı ezgiyi eş zamanlı olarak yorumlayan ve altta kalmayan bir başka örnek yoktur. Burada işte yorum farkı kendini göstermiştir. Yorumlardan birisi yani Müslüm Gürses’in yorumu daha bir ‘Arabesk’tir diğerinde ise pop alt yapısı da gözlenmektedir.
Bu ayrıntıyı da belirttikten sonra onu anlatmaya devam edelim. Ancak onu anlatmak çok da kolay bir iş değil. Çünkü harikalar kolay anlatılamaz. Sidon’lu Antipatros M.Ö 4. yüzyılda onu göremediği için listeyi bir eksikle tamamlamıştır: Keops Piramidi, Babil’in Asma Bahçeleri, Zeus Heykeli, Rodos Heykeli, İskenderiye Feneri, Halikarnas Mozelesi, Artemis Tapınağı ve de…
O 80’li yılların en yakıcı meltem esintisiydi. O Türkiye’nin kumsal saçlı kadınıydı. Ve belki de Türkiye’nin en güzel kadınıydı…
O çağdaş bir kadındı ancak batılı bir kadındı diyemeyiz yani o ne batılı bir kadındı ne de batılıların bizim için çizdiği oryantalist sınırlar içinde kalan bir kadındı. O batılı bir kadın gibi sıradan değildi. Doğulu bir kadından da çok daha gizemliydi.
O yaşadığı yılların mevcut coğrafyaların ötesindeydi. Belki bundan dolayı da biraz ‘öteki’ kaldı. Örneğin ABD coğrafyasında yaşasaydı çağcıllarının çok şansları kalmayabilirdi.
O gurbetçi bavulundaki lükslere bile yeni kavuşmuş bir toplumun fark edemeyebileceği kadar lükstü.
Ondan dinlediğimiz ezgiler Türkiye Toplumundaki insanların o döneme ait ruh hallerinin kesitlerini sunuyordu.
O kadere ve dosta sitemi anlatmadı, adeta dinleyicilerinin anılarından sökerek onların zihinlerinin ortasına sitemden bir sahne kurdu. ‘Artık kapım çalmaz oldu, hiç adımı anmaz oldu, bir yaramı sarmaz oldu, böyle dosta lanet olsun. Lanet olsun kader sana güldürmedin şanstan yana'(1) Derken bu sahnenin temelini iyice derinlere işlemekteydi.
Özlenen sevgiliye yıllar sonra karşılaşma coşkusu ondaydı. ‘Bir anda karşımda görünce seni inan ki sarılıp öpmek istedim. Gözlerim ne kadar özlemiş seni? Sevinç göz yaşları dökmek istedim.'(2)
Anıların silinmeyerek derinden yaktığını bize o anlattı. ‘Silinmiyor gözlerimden o hatıralar. Uzadı bitmiyor bu aylar yıllar. Öldür beni yaşamayı istemiyorum. Senden ayrı bu dertleri çekemiyorum.'(3)
RAB den kopuşun süründürdüğünü yıllar sonra bir kez de ondan dinledik. ‘Döndürsene beni senin yoluna kahreden dünyamda sürünüyorum. Huzursuz geceler korkulu düşler bak da gör halimi sürünüyorum'(4)
Suskun sevgilinin daha çok acı verdiğini buğulu sesiyle o nakşetti yüreğimize. ‘Konuşsana bir tanem, neden hep susuyorsun? Susmak neyi halleder? Neden anlatmıyorsun?'(5)
Alışarak hayatta kalmak gerektiğini her şeyin istenildiği gibi olamayabileceğini, o bize tekrar öğretti ‘Kısmet değilmiş mutluluk, unutmaya çalışırım. Bir sevenim olur elbet sevmesem de alışırım. Sende açsam da gözümü, yoktu bu aşkın çözümü; zaman avutur gönlümü, hasretine alışırım.'(6)
Sevgiliye hasret gitmenin acısını onun sesinden yeniden yaşadık. ‘Sensiz kalmak zor olsa da sana veda edeceğim. Korkuyorum en sonunda sana hasret gideceğim. Adım adım izlerinde aşka küskün sözlerinle açık kalan gözlerimle sana hasret gideceğim.'(7)
Hala bulutlar, yağmurlar, yağmurun ve dalgaların değdiği kumsallar bize onu anlatır. İzmir de fabrika kızı (işçisi) ‘Nermin Ocak’ sahnelerde kumsal saçlı kadın ‘Harika Avcı’. İşte bitti kısacık hikayemiz. Ancak sanatçımıza veda etmeye hiç niyetimiz yok bu hikayenin devamını yeni eserlerle birlikte ondan bekliyoruz. Veda etmek demişken sevgiliye veda etmenin imkansızlığını yine bize o anlatmıştı. ‘Bir gün bu aşkımıza nazar değecek olsa. Bir gün mutluluğumuz sona erecek olsa. Yıllar geçse aşkını kalbimde eskitemem, ölmek daha kolaydı sana veda edemem.'(8)
(1) https://www.youtube.com/watch?v=_BrSbPSk_iQ
(2) https://www.youtube.com/watch?v=-y6w8Byfz-w
(3) https://www.youtube.com/watch?v=TpxqGm_9pIw
(4) https://www.youtube.com/watch?v=kMJh9KSiWYg
(5) https://www.youtube.com/watch?v=G98ykH2SyG4
(6) https://www.youtube.com/watch?v=qpPse9g-FRE