Bir kızımızı daha kaybettik.
Aslında “biz kızlarımızı gerçek anlamda ne zaman kazanabildik ki? ” diyesi geliyor insanın.
Ahir zamanın fitnelerine terk etmedik mi?
Hassas zaman olduğundan ve konuyu dağıtmamak için şimdilik bu konuya girmeyelim.
Bu Eylül kızımız da tüm eylüller gibi son baharın başlangıcı ve kışın uyarıcısı.
Ama bu vicdanlardaki mevsimin.
Çünkü vicdanlar susuz bırakıldı.
İnançla beslen/e/medi.
Tüm bu sıkıntıların altında yatan esas neden, Allah’a ve ahiret gününe iman zaafıdır.
Bu zaaf islâmi eğitimle tedavi edilmedikçe hiçbir şey düzelmez.
Toplum her gecen gün daha sapık bir hal alır.
Eğer insanların uyguladıkları yöntem Allah’ın buyruklarından daha önemli ve tesirli olsaydı Allah rahmetinin, kudretinin, hikmetinin ve ilminin gereği nizamını o kurallara göre kurardı.
Burada çatışan iki şey var.
İslam hukuku ile isyan hukuku.
İnanç konusunda Allah’a uzaklaşan toplum/sistem, kendi kudretini yaratan rabbinin kudretine bedel gördüğünden, Alak suresi 6-7 ayeti kerimesinin (muhakkak ki insan, kendini yeterli gördüğü için azar) tecellisi olarak dalalete düşüyor, gerçeği göremiyor ve bilemiyor.
Bu yüzden hukuku hukuksuzluğun bayraktarlığını yaptığı bir sistemin, muhatap kıldığı kitleyi ıslah etmesi düşünülemez.
Allah’tan korkmayan ve ahiret gününde hesap endişesi taşımayan bir toplum şeytanıyla baş başa kalıyor. Allah’ın hükümleriyle, devlet yönetimi tarafından korkutul/a/madığından, artık o toplum hiçbir şekilde, hiçbir irade tarafından ıslah edilmesi mümkün olmuyor.
Bu a’maya ayan bir şey.
İnsan kulluğunun gereği, bu Dünya’da Allah’ın cezasına bile muhtaç.
“Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri” buyuruyor Hakim-i zü’l-Celal.
Ah bunu malum hukuk sistemimiz bir anlayabilseydi.
Sonuç olarak: Toplumun fıtratı Allah’ın nizamından başka birşey kabul etmez.
Yine hikmetinin gereği Allah buna müsade etmez.