Ernest Hemingway İspanyol İç Savaşı’nda faşizme karşı verilen mücadeleyi ve savaşın anlamsızlığını anlattığı ünlü eseri ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un önsözünde şair John Donne’den alıntıyla şöyle der; “Bir ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki çanlar kimin için çalıyor diye sorma; çanlar senin için çalıyor.”
Yeryüzünün herhangi bir yerinde bir insan ölürse senin de bir parçan ölür onunla birlikte. Onun için sorma. Bir çan sesi duyduğunda bil ki, o çan senin için çalıyor.
Hemingway’in eşsiz romanı Metallica’nın 1984 tarihli Ride The Lightning albümündeki bir şarkıya da esin kaynağı olmuştur. For Whom The Bell Tolls, Metallica konserlerinin vazgeçilmez parçası idi. Çanlar kimin için çalıyorsa Metallica da bu parçayı onlar için söylüyor: Bir insan ölürse tüm insanlık ölür diyenler için.
Biz su, kalsiyum ve organik moleküllerin toplamı olan varlıklarız. Hepimiz öyleyiz, yalnız isimlerimiz başka. Biz hem gökyüzünün, hem yeryüzünün çocuklarıyız. Sırtımızda evrimsel bir yük ile yaşıyoruz. Bu yük torbasının içinde saldırıya yatkınlık, liderlere baş eğme ve yabancılara düşmanca davranış gösterme gibi eğilimler yer alıyor. Fakat aynı zamanda başkalarına karşı şefkat, sevgi, tarihten bir şeyler öğrenme ve giderek zeka ve yeteneklerimize bir şeyler katma eğilimlerine sahibiz; bunlar da hayatta kalmamıza ve refahımızı sürdürmeye yarayan etkenler… Yapımızdaki bu eğilimlerin hangileri üstün gelecek bilmiyoruz.
İnsanlık tarihine, giderek daha genişleyen bir ailenin bireyleri olduğumuz inancının yavaştan içimizde uyanış süreci gözüyle bakabiliriz. İlk zamanlar yalnızca kendimize ve çok yakın akrabalardan oluşan yakınlarımızaydı sadakatimiz. Sonradan göçebe avcı gruplarına, ardından kabilelere, küçük yerleşim örgütlerine, derken kent devletlerine ve devletlere sadakat gösterdik. Sevdiklerimizin çemberleri genişledi. Sorumluluklarımız da orantılı olarak arttı. Eğer hayatta kalmak istiyorsak, sadakat çemberimiz daha da genişlemeli, tüm insanlığı içine alacak, yerküre gezegenini kapsayacak biçimde olmalı.
Devletleri yönetenlerin çoğu bu düşünceden hoşlanmayacaklardır. İktidar kaybına uğrama korkusu yüzünden zenginler insanlar arasında ikilikler çıkarmışlardır. Umberto Eco’ nun dediği gibi “Zenginler arasında ırkçılık yoktur. Zenginler olsa olsa ırkçılık öğretilerini üretmişlerdir“. Fakat önümüzdeki seçenek gayet açıktır: Evren ya da hiç.
İnsan sorumludur, yaşadığı evrene, dünyaya, insanlara, yaşadığı coğrafyaya, ülkesine, şehrine, çevresine, ailesine ve kendine karşı. Önce kendine, ailesine, çevresine, ülkesine sorumluluklarını yerine getirmelidir ki evreni daha yaşanılabilir hale getirebilsin.
Her ülkenin kendine has sorunları vardır, her insan haklarını düşman bir dünyaya haykırmakla görevlidir. Bunu çok okumak, çok düşünmek, başka fikirlere saygı gösterebilmek, dürüst olmak, cesur olmak ve tarafsız olmak ile gerçekleştirebilir. Tarafsız olmayı, burada ezilenin yanında yer almak şeklinde kullanabiliriz.
İnsanların temel ihtiyaçları dışında kalan diğer şeylere harcadıkları para kitaplara ayırdıklarının kaç mislidir. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekanın daha işler, ruhun daha huzurlu olması demek. Bunun içinde okumak öğrenmek tecrübe etmek gerek. Biz olgunlaşmayı zaman la kendiliğinden olabilecek bir şeymiş gibi algılıyoruz. Ünlü bir yazarın dediği gibi salt zaman insanları olgunlaştırmaz ancak armutları olgunlaştırır.
Bana dayanılmaz acılar yaşatan meselelerden biri hep bize yapıştırılan kimlik ve ya adına ne derseniz deyin onunla yaşamaya çalışmamız. Bu gerek ferdi gerekse toplumsal olsun bizde o kadar gerçek ve değiştirilemez görünür ki eninde sonunda bize bunu yapıştıran kişiye sarılmaktan başka bir şey gelmez elimizden. Halbuki başkalarının değil bizim kendimizin ne olduğunu, neyimizin eksik neyimizin fazla olduğunu bilmemiz daha güzel olmaz mıydı?
Aslında tüm savaşların, cinayetlerin, işlenen suçların, ayrımcılıkların sebebi de bize yapıştırılan kimliğe sımsıkı sarılmamamız değil mi? Sorumluyuz, gözünü kırpmadan canını feda edenler için vatandan, çocukların öldüğü bir dünyadan ve yıldızların öldüğü bir evrenden, sorumluyuz!
Sorumlulukta payımız olduğunu keşfetmek, ama bunu kendimize itiraf edememek.
Öyleyse, çanların kimin için çaldığını sormayalım kendimize…!