Kutlu Doğum Geleneği Bir Senaryo Mu!?

Kitap ve sünnet ışığında, bu geleneği değerlendirebilmek için her şeyden önce, Türkiye toplumunun tarihine ve sosyolojik yapısına –çok yönlü olarak- bakmak gerekir. Çünkü bu ve benzeri birçok geleneğin, geçmişten gelen hazırlayıcı nedenleri bulunmaktadır. Bunları kronolojik olarak sıralamak mümkün olsa, ilk halkasının –Türklerin İslâm’la tanıştığı yıllara kadar- dayanabileceği ihtimali vardır.

Yozlaşmadan çok, İslâm’ı daha ilk günden beri yanlış algılamış olmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan bu tür sapkın geleneklere, sıradan birer bid’at olarak bakmak doğru değildir. Büyük olasılıkla «ucmeعُجمَة »[1] faktöründen kaynaklanan bu sorunu bütün boyutlarıyla günümüzde ortaya koyabilmek oldukça güçtür. Bu konuda yapılacak bilimsel çalışmalar da -ne yazık ki- toplumda yankı bulamayacaktır. Çünkü Türkiye halkı bir bilgi toplumu değildir. Nitekim bu halk, kendi tarihini bile Friedrich Wilhelm Radloff[2] gibi bir yabancıdan öğrenmeye çalışmaktadır! Keza, Türk Milleti’nin tarihini sözde gün yüzüne çıkarmaya çalışan hararetli araştırmacılardın Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın baş vurduğu kaynakların bile hiç biri Türklere ait değildir.[3] Toplum, bu ve benzeri binlerce gerçekten tamamen habersizdir.

Biraz eskimiş olan: Ahîlik, Kalenderîlik ve Hurûfîlik gibi mistik örgüt ve akımlar şöyle dursun, daha dün sahneye konmuş: mevlit, cemevi, kutlu doğum haftası, Nakşiliğin fotoğraflı yoga seansları, cevşencilik, sirke ile oruç bozma ve ölünün yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gün ayinleri gibi sapkın geleneklerin arka planı hakkında da bugün birkaç araştırmacıdan başka kimsenin bildiği kayda değer bir şey yoktur.

Demek ki bu coğrafyada toplum, din adına dönem dönem çeşitli dinsel-mistik gelenekler başlatmakta, bunlar eskiyince de yenilerini üretmektedir. «Kutlu doğum haftası» geleneği de işte bu anlayışın bir ürünüdür. Ancak özellikle bu geleneğin arka planını irdelediğimizde aklımıza çeşitli ihtimaller gelmektedir. Bunlar, bakınız bize neler düşündürebilmektedir:

  1. Kutlu doğum haftası geleneği, eski paganlık döneminden kalma, bilinçaltı bir putçuluğa dönüş refleksi olarak ortaya çıkmış olabilir. Nitekim son zamanlarda Pontuslu maceracı bir sofunun, Hz. Peygamber (s)’i ilâhlaştırma çabalarını ve bu çabaların ne kadar çok kabul gördüğünü hatırlayacak olursak ortamın, bu refleksi tetiklemeye ne kadar müsait olduğunu anlamakta gecikmeyiz.
  2. Kutlu doğum haftası geleneği, yaklaşık yüz yıldan beridir belli çevreler tarafından sözde «arabizm»e tepki olarak koparılan asırlık yaygaranın yıkıcı izlerini silmek adına bir günah çıkarma ve nedamet gösterisi olabilir.
  3. Bu gelenek, yakın geçmişte dışarıda tezgâhlanan ve Hz. Peygamber (s)’in kişiliğine karşı işlenen saldırılara (zayıf da olsa) bir tepki anlamını da taşıyor olabilir.
  4. Peygamber (s)’in, kişiliğini vahyin üzerine çıkararak dikkatlerin, -İslâm’ın üzerinde yoğunlaşmasını önlemek gibi- oldukça sinsi bir komploda malzeme olarak kullanılıyor da olabilir.
  5. Bugün acılar içinde kıvranan İslâm Ümmeti’nin yaşamakta olduğu karambolden yararlanarak, ırkçı-hanefist Sünniliğe katkı sağlamak ve bu suretle İslâm’a karşı bu gelenekle Amerikancı müslümanlığı biraz daha şımartmak amacı da güdülüyor olabilir.

Bugün, Nakşibendilikten neo-haşşaşiliğe kadar mafyalaşmış çeşitli mistik örgütlerin gölgesindeki Türkiye’de bu gelenek, yukarıdaki ihtimallerden birkaçıyla da aynı zamanda irtibatlı olarak söz konusu olabilir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki; İslâm çok dakik, çok canlı ve çok güçlü bir ilâhî nizamdır; iyi niyetle de olsa bu evrensel nizamı zedeleyecek karanlık eylem ve çabalar, vahyin nuruyla aydınlanmış beyinler tarafından (gerekirse) bilek gücüyle daima geri püskürtülecektir.

Allah’a şükredelim ki –her şeye rağmen- Türkiye’de böyle bir potansiyel mevcuttur. Bu gücün üstleneceği roller arasında Hz. Peygamber (s)’e karşı sergilenmesi gereken tutumun netleştirilmesinde belirleyici olmak da vardır. Bu görevin bir parçası olarak şimdilik verilecek mesajda, öncelikle şunu belirtmek gerekir:

Bizzat Hz. Peygamber (s), kendisinin putlaştırılmamasını vurgulamıştır.[4] Her şeyden önce ilâhî vahiy O’nun mevkiini çok net olarak ortaya koymuştur.[5] Dolayısıyla «Kutlu doğum» geleneğini İslâm’ın bir yerine oturtmak mümkün değildir. Aynı zamanda hiç kimse «Kutlu doğum» senaryosunu kullanarak ya da başka bir bahane ile Hz. Peygamber (s)’i, bulunduğu mevkiden ne yukarıda, ne de aşağıda gösteremez. Bunu göze alanlar, daima karşılarında mü’minleri bulacaklardır!

 

 

[1] Ucme: Acemlik; acemîlik; Kur’ânî kültüre yabancılık; Arapçaya aşina olamamak…

[2] Friedrich Wilhelm Radloff (1837-1918): Türkoloji’nin duayeni. 81 yıllık ömrünün büyük bir kısmını Türk Dünyasını araştırmaya adayan Alman asıllı Rus Türkolog.

[3] Zekeriya Kitapçı’nın başvurduğu en önemli kaynaklar şunlardır: Belazuri, Fütûh’ul-Buldân; Taberî, Târikh’ul-Umam’i Wa’l-Mulûk; İbn’ul-Esîr, el-Kâmil; İbn. Kesîr, el-Bidâye’tu Wa’n-Nihâye.

[4]  حَدَّثَنَا خَلَفُ بْنُ الْوَلِيدِ ، حَدَّثَنَا الأَشْجَعِيُّ عَنْ سُفْيَانَ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ الأَنْصَارِيِّ عَنْ عَلِيِّ بْنِ حُسَيْنٍ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : لاَ تَرْفَعُونِي فَوْقَ حَقِّي إِنَّ اللَّهَ اتَّخَذَنِي عَبْدًا قَبْلَ أَنْ يَتَّخِذَنِي نَبِيًّا. قَالَ سُفْيَانُ وَبَلَغَنِي أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ : لاَ تُطْرُونِي كَمَا أَطْرَتِ النَّصَارَى عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ وَلَكِنْ قُولُوا عَبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ.

[5]  قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا (الكهف/110)

   قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَقِيمُوا إِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِكِينَ. (فصلت/6)

 

   قُلْ لَا أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَائِنُ اللَّهِ وَلَا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ (الأنعام/50)

 

   قُلْ لَا أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَاءَ اللَّهُ وَلَوْ كُنْتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (الأعراف/188)

 

   وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ (الأنبياء/34)

 

   إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُمْ مَيِّتُونَ. (الزمر/30)

 

Son Yazılar

YAZAR HAKKINDA 1945 yılında Muş’ta doğan yazar Feriduddin AYDIN, Hz. Hasan’dan devam eden Haşimî Hanedânı’nın 35’inci kuşağındandır. Ataları 1258 de Moğolların saldırısı üzerine Abbasîlerin başkenti Bağdat’tan göç ederek Siirt’e gelip yerleşmişlerdir. Yazar, asırlar boyu ilimle haşir neşir olan ve nesillerine miras olarak bilgi birikimlerini bırakan ailesinin geleneğine uyarak, -hem Türkçe, hem kendi ana dili olan Arapça-, köklü ve çok yönlü bir eğitim aldı. Multilingual olarak yetişen yazar, aşina olduğu yabancı diller sayesinde ve hayata atıldıktan sonra edindiği deneyimlerle geniş bir ufuk kazanandı. Türkiye’de son yüzyıl içinde din, dil ve ahlakta yaşanan yozlaşma ve çöküş süreçleri üzerine çeşitli araştırmalar yaparak (Arapça ve Türkçe) birçok eser verdi. Bunlardan biri de «TARİKATTA RABITA VE NAKŞİBENDİLİK» adlı çalışmadır. ------------------------------------------ ABOUT THE AUTHOR The writer Feriduddin AYDIN, born in Mush Eastern Turkey in 1945, He is the 35th descended from the Hashemite dynasty, which is continuing from Hasan ben Ali. The ancestors were settled in Siirt by immigrating from Baghdad, the capital of Abbasids upon the attack of the Mongols in 1258. The author has received a good and multi-faceted education in both Turkish and Arabic, each of which is his mother's language according to the tradition of his family, which for centuries inherited knowledge as a heritage. The author has gained a great deal of knowledge thanks to the foreign languages he has mastered as he is multilingual and has benefited from the experiences he has experienced since his life. Has conducted various researches on the impact of collapse and corruption in religion, language and ethics during the last century in Turkey. His works were written in Arabic and Turkish. One of his most famous researches is a work called "The Naqshbandi Method Between Its Past and Its Present", written in Arabic and published on the Internet. ------------------------------------------------- عن المؤلف الكاتب فريد الدين آيدن، وُلِدَ في مدينة موش الواقعة شرقي تركيا في عام 1945، وهو من الطبقة 35 من السلالة الهاشمية الممتدّة من صُلب حسن بن علي. أقامَ أسلافُهُ في مدينة أسعرد الواقعة في جنوبي شرق تركيا اليوم، بعد الهجرة من بغداد، عاصمة العباسيين على أثر هجمات المغول في 1258. وقد تلقى المؤلف تعليما جيدا ومتعدد الأوجه، باللغتين التركية والعربية، يُعدّ كل منهما لغتة الأم بالنسبة له وفقا لتقاليد أسرته التي ورثت منذ قرون المعرفةَ كتراث. اكتسب الكاتب آفاقا واسعة بفضل اللغات الأجنبية التي يُتقنها إذ هو متعدد اللغاتِ كما استفادَ من التجارب التي عاشها طوال حياته. أجرى بحوثا مختلفة حول أثر الانهيار والفساد في الدين واللغة والأخلاق خلال القرن الماضي في تركيا. تمت كتابة أعماله باللغتين العربية والتركية. وأحد أشهر أبحاثه هو عمل يسمى "الطريقة النقشبندية بين ماضيها وحاضرها"، وهو مكتوب باللغة العربية يُنشر على شبكة الإنترنت.