Sayın Sağlık Bakanlığının dikkatine! (1)

 

 

 

Sayın Sağlık Bakanlığının dikkatine! (1)

Bir babayiğit arıyorum

Bu yazıyı kaleme almamın sebebi ne hastalık hikayemizle okuyanı yormak, ne mağduriyetimizi dillendirmek ne de siyasete ucundan da olsa dokunmak. Amacım, ülkemizde sağlık alanında yaşanan birtakım sorunları yetkililere göstermek.

Geçtiğimiz günlerde babama, tedaviye cevap vermeyen reflü hastalığı nedeniyle Haydarpaşa Numune hastanesinde gastroskopi işlemi yapıldı. İşlem başarıyla gerçekleşti eve döndük, birkaç saat sonra yeniden acil bölümüne başvurduk.

Haydarpaşa Hastanesinin bazı bölümleri yenilendi; gördüğümüz kadarıyla konforlu. Özellikle acil servis adeta beyazlıktan yanıyor; pırıl pırıl olmuş. Doktorlarla da sorunum yok; canla başla, fedakarca bazen insanüstü çabalarla hastaları tedavi ediyorlar; özellikle acilde destan yazıyorlar. Ölümle burun buruna gelmiş hastalara yapılan müdahaleleri izlerken her doktoru savaş kahramanı gibi gördüm. Milletvekillerinden daha az maaş almalarını adaletsiz buluyorum.

Tekrar ediyorum, olumlu olumsuz, siyasi bir yazı yazmak derdinde değilim.

Günümüzün iktidarına en eleştirel gözle bakanlar bile “yollar, köprüler, metrolar yapılmadı.” demiyor; hatta bazen gereksiz olduğunu bile ifade ediyorlar. Yıllar sonra da günümüzün muhalif tanıkları, şimdiki iktidarı yol köprü yapmamakla suçlayamayacak; başka yönlerini eleştirecekler. Gönül ister ki “Ne çok devlet hastanesi yapıldı, her yataklı hastaya bir oda düşüyor, ne lüzum vardı.” eleştirileri yapılsın.

Devlet hastanesine yolu düşen, oradaki sıkıntılara şahit olan vatandaş olarak, sağlıkta atılan adımların İstanbul’a yetmediğini duyuruyorum.

Evet, rahmetli Savaş Ay’ın yapmış olduğu televizyon programlarındaki hastane görüntülerinden eser yok; bir çok alanda olduğu gibi ülke sağlıkta çağ atladı. Hastane kapısında azarlandığım, horlandığım yıllar artık çok gerilerde; canı gönülden katılıyorum. Ama inanın mevcut devlet ve üniversite hastaneleri, özel hastanelere gidemeyenlere yetmiyor. Bunu belirtmem biraz gereksiz; biliyorum. Çocuklar bile yetersizliğin bilincinde. Keşke, aynı yol köprü fazlalığı gibi devlet hastaneleri de ihtiyaçtan fazla olsaydı. Kardeşimin arkadaşı memleketi Kırıkkale’deki devlet hastanesine gitmiş; boşmuş, ihtiyaca fazlasıyla yetiyormuş. Başka şehirler hakkında bilgim yok. İstanbul artık bir il olarak değil, ülke gibi mi değerlendirilmeli bilemiyorum.

Bu iktidara da bundan sonra gelecek olanlara da sesleniyorum. Ne yapın edin fakir vatandaşın gideceği hastaneleri çoğaltın. (Ayakta tedavide sorun görmüyorum. Gidiyoruz, doktorlar mükemmel şekilde ilgileniyorlar.)

Babamın bir lafı vardır. Çok önemli hayati harcamaların gerekliliğini vurgulamak için “Aç duralım bu işimizi halledelim.” der. Aynı şekilde düşünüyorum devlet hastaneleri hakkında. Aç duralım hastanelerimiz, aynı yollarımız köprülerimiz gibi fazla gelsin. Boş kalsın da kapısından döndürülen olmasın. (Kim döndürülüyor birazdan bahsedeceğim.)

Babamın endoskopi işlemi sona erince eve döndük. Üç dört saat geçmedi. Kötü haberi verdi. Ayak parmaklarının ucu hissizleşti.  Bir ayağı buz gibi oldu, baldırı ağrımaya, uyuşmaya, karıncalanmaya başladı. Sıcak suda masaj da işe yaramayınca tekrar Haydarpaşa yolu göründü bize. Kardeşimle oğlumu yanımıza almadık. Evde de hastamız vardı; ya onlar gidecekti ya ben. “Gerekirse destek isteriz.” dedik. Zaten hastanın yanında tek kişi olsa yeter. Tedavi eden, doktorlar sonuçta.

Destek kuvvetle hastalarını hastaneye getirenleri de anlayışla karşılıyorum. Hastane ayrı bir dünya, bazen ayrı bir mücadele tekniği gerektiriyor. Sertlik ya da yumuşaklık işe yaramıyor. Profesyonelce beklemeden kırmızı alana girmek her babayiğidin harcı değil. Deneyim, psikolojik savaş yeteneği önemli rol oynuyor. Yoksa acile müracaat et, kendini anlatana dek seksen kişi bekle. Babamın belki vakti yoktu, belki pıhtı atmıştı, dakikalar önemliydi.

Özel hastaneye gidilse ben hiç gitmeyeceğim. Hastaneden yeni gelmişiz. O gün endoskopi günümüz, sabah altıdan beri ayaktayız, üç saatlik uykuyla duruyorum, evde yapmam gereken işler var ama gitmesem, refakat olarak onlar gitse, sanki bir şeyler eksik kalacak, babamın morali iyice çökecek.

Durumumuzun ciddiyetini anlatma fırsatı bulduğumuzdan, acil kapısında hiç beklemeden, direkt doktorla buluşacağımız kırmızı alana girmeyi başardık.

Bu arada babamın ayağından şikayeti önce azaldı, sonra arttı. Bir sürü tetkik arasında doktor “vakit kaybetmeden, ultrason, kapanmadan, bacak ultrasonu çektirip getirin.” deyince, daha önce hasta arabasına bindirdiğim babamı, bu sefer kolumda sürüklercesine kestirmeden ultrason odasına ulaştırmaya çalıştım.

Zamanla mücadele ediyoruz, korku ve macera filminin ortasındayım, saniyeleri yenmeye çalışıyorum. Şükür, babamı salondaki koltuğa oturtmayı başardım, ultrason odasına  girdim ki genç doktor hanım, ultrason kayıtlarının kapandığını söyledi. Mesaisi bitmiş gidiyordu. Kesinlikle kayıtların açılması gerektiğini, doktorun acilen bacak ultrasonunu beklediğini belirttim. “İmkansız! Açmalısınız! Doktorumuz bizi bekliyor, size bizi o gönderdi!” diyerek emrivaki yapmak zorunda kaldım. “Hangi doktor?” diye sordu. “Bilmiyorum lütfen çok acil!” şeklindeki telaşlı ısrarlarımla zaferi kazandım. Arkamızdan ultrasona gelenlerin işi ertesi güne kaldı. Onlarınki de acildi halbuki.

İşte o noktada, geldiğimin iyi olduğu kanaatine vardım. Bizimkiler olsaydı. “Kayıtlar kapandı.” sözü karşısında ya pes edip geri dönerlerdi, ya da ciddi tartışma çıkardı. Felç sürecine girdiğinden de şüpheleniliyor bir yandan. Yarını nasıl beklerdik? Beyin emarı, bacak emarı çekildi. Nörolog çağrıldı. Başka doktorlar da devreye girdi. Konsültasyon imkanı var, doktor dolu hastanede.  Çoklu incelemeyi bu kadar tetkiki ancak dört yıldızlı hastanede yaptırabilirdik.

Babam hiçbir zaman özel hastaneyi tercih etmez. Her zaman devlet hastanesine daha fazla güvenir. Arada sezdirmeden, babamın dosyası, durumu değerlendirilirken kulak misafiri olmayı da ihmal etmiyorum. Az da olsa tıbbi terimleri anlamaya çalışıyorum. O alan gereksiz sorularla doktorların meşgul edileceği bir yer değil; can pazarı bölgesi. Özel hastaneler hasta yakınlarının teferruatlı bilgilendirilmesi için müsait. Bu yüzden doktorları rahatsız etmemek adına soru sormuyorum. Zaten yapılması gereken yapılıyor. Doktorların kısa ve öz ifadesini hızlıca kavramak gerekiyor. Dil döküp hasta yakınına hesap vermekten daha önemli işleri var. Her an ölümüne ramak kalmış, hastalar geliyor o servise.

Başta da söylediğim gibi hastalık hikayemizi anlatmak derdinde değilim. Madem olayımızın başını anlattım, sonunu da söyleyeyim. (Hastalığımızdan bahsetmesem devlet hastanesinin acil servisini boş yere meşgul ettiğim düşünülebilirdi. Aile olarak hastanenin acil bölümüne daha önceki müracaatlarımızda, sıra beklerken, hasta yakınları arasında bu tür tartışmalara rastlamıştım. Aciliyeti olmadığı düşünülen hastalara laf atılıyordu. Onlar polikliniklere de gidebilirlermiş. Orada herkes uzman kesiliyor, başkasının hastalığı önemsiz, kendilerininki en acil. Tam bir vahşi hayat tablosu. Güvenlik olmasa millet birbirini ezer.)

Endoskopi işlemi uygulanacağı için babam bir hafta önce kan sulandırıcıları bırakmıştı. Kendisi ve doktorlar ikilemde kaldılar. Ana arterlerde değilse de yan damarlarda ufak bir pıhtı bulgusundan şüphelenildi. Endoskopik işlem nedeniyle vücutta sıra dışı bir problem çıktıysa kan sulandırıcı alması daha büyük soruna yol açabilirdi. Acil ameliyat gerekse kanama olur mesela, bildiğim kadarıyla. Neyse endoskopi raporunun ışığında ve dahiliyecilerin onayıyla kan sulandırıcı ilaca devam etmesine karar verildi. Daha önce iki kez pıhtı atma hikayemiz de olduğu için kritik bir eşikte olabilirdi. Kan sulandırıcı ilacın bırakılmasının sonucunda ortaya çıkan belirtilerin, hemen endoskopi sonrasına denk gelmesi kötü tesadüftü. Pıhtı atma durumunda da tedavi değişmiyor.

 

Biz acil kısmında kritik süreçten geçerken, yanımızdan ani inme inen, merdivenden düşüp beyin sarsıntısı geçiren, acıyla inleyenler, henüz  teşhis koyulamayan ağır hastalar gelip geçmeye başladı. Acil doldu, gözlem odasına geçip oradan taburcu olduk.

Bir genç kız, babası için doktorlarla konuşuyordu. Hasta yoğun bakımlıkmış. Ve yoğun bakımda yer yokmuş. Kızcağız “sevk edilemez mi?” diyordu. Sistemden hiç haberi yok. Hastaneyi kendisi bulması gerekiyor. Özel hastane bulamazsa işi zor. Ona yaklaştım sessizce “ne demek canım kapıya gelen hasta, tüm vücut fonksiyonları kötü diye eve yollanır mı?” derken güvenlik görevlisi, hastamın yanına geçmemi istedi. Ne akıllı güvenlik görevlisi ta uzaktan fark etti beni. Sanki içine doğdu yazıya yansıtacağım. Çevreden de duyuyorum, ağır yaşlı hastaları özel hastanelere yatırmak gerekiyormuş. Hastanın canı yanıyor, ödeme gücü yoksa, yaşlı diye evde acılar içinde ölüme terk ediliyor demek. Bunun başka türlü izahı ifade şekli yok. Bari bu tür hastaların acılarını hafifletmek için morfin verilsin hasta sahiplerine.

Savaşta değiliz, fakirlikten kırılan bir ülke değiliz. Savaş mağdurlarına kapılarımızı açıyoruz. Dönemin prestijini gösteren, gelecek nesillere miras kalacak yapılar, projeler, camiler, opera binaları inşa ediliyor. Böyle bir dönemde yaşlılara ölümcül hastalara yönelik devlet hastanesi bulunulamamasını kabullenmek mümkün değil bana göre. Belki birtakım kurumlar mevcut; bilinmiyor ya da bazı şanslılar oralara ulaşabiliyor. Böyle hastası olanlar hastane tarafından yönlendirilmek sevk edilmek istiyor. Acılar içindeki bir hastayı ölüme terk etmek, “ne yaparsan yap.” demek insani gelmiyor.

Tomografi cihazı tekti, her an ölebilecek derecede olanlar sedyeyle getiriliyorlar, onlara öncelik tanınıyor. Acil tomografisi, emarı istenenlere tek alet yetmiyor. Örneğin, beyin kanamasını anlamak için başka formül yok. Doktor, gözüyle bakıp değerlendirebilse, tek cihazdan fazlasına lüzum olmazdı.

Sağlık sigortasında yapılan düzenlemeler de bir hayaldi, gerçekleşti. Mesela kalp hastalıkları söz konusu olduğunda vatandaş bekletilmeden sorunlar hallediliyor. Devlet hastanesinde yer bulunmuyorsa baypass  ameliyatı için özel hastaneye yönlendiriliyor hasta. Doktorlar poliklinikten randevu alınmasını öneriyorlar sıklıkla. Sancım varsa röntgen, tomografi veya ultrason randevusu alacağım, on beş gün sancılar içinde kıvranacağım, cihaz bozulmazsa, arızaya geçmezse, beklerken zehirlenip ölmezsem safra kesesi ameliyatı olurum.

Böyle durumlarda doktorların özel hastane önerilerini art niyete bağlamıyorum. Devlet hastanelerinin kapasitesi olsa, “ertesi gün gel veya aynı gün halledelim.” derler. İmkanlar yok değil ama kısıtlı.

Sözün özü ben de, tam teşekküllü devlet hastanelerinin sayısını artıracak bir  babayiğit arıyorum.

Gelecek yazımı yazmak nasip olursa, sağlık sisteminde karşılaştığımız, onarılması gereken başka soruna değineceğim.

 

Foto kaynağı: onedio.com

https://img-s2.onedio.com/id-55d0d328ea835dcc68e5b663/rev-0/raw/s-64dbdea88fb90c4ae85d0d7d51292bb5eba896ba.jp

Son Yazılar