Ne mutlu ki karada, denizde, havada ve her yerde O’nun izi var yine bugün. Gördüğümüz her yüzde O’nun bedeni, duyduğumuz her sözde O’nun sesi, kokladığımız her yerde O’nun nefesi, yediğimiz her aşta O’nun tadı, dokunduğumuz her şeyde O’nun eli… Takvimde bugünde onun adı var sadece, tarihin değil. Sanki bütün dünya özellikle de Türkiye O’nun için yaşıyor bugün. Düşünsenize 80 milyon gün… Yine de O’nu yaşamaya yetmez hiçbir gün.
İliklerime kadar O’nu hissediyorum ve yaşıyorum her zamankinden çok. O’nun sesini duymak, yüzünü görmek, düşüncelerini anlamaya çalışmak ve görüp de anlatanları dinlemek tüylerimi ürpertiyor. Adeta koca bir tarih gözümde canlanıyor. Bir yerlerden milletini izleyip gülümsediğini düşlüyorum. Evet, ayrımcılık yapmadan bir bütün olarak milletini. Dolayısıyla O’nu sadece herhangi bir kuruma/örgüte/partiye mal etmeyi hoş bir davranış olarak bulmuyorum. O’nun yeri daima siyaset üstüdür. Yine aynı şekilde arkasına O’nu alarak yapılan bir nevi onun gücüne dayanılarak elde edilmeye çalışılan hedefleri uygun görmüyorum. Çünkü O; bütün bir milletin ağabeyi, kardeşi, babası en önemlisi de temsilcisi. Bu nedenle ötekileştirmemeliyiz hiçbir şeyi/kimseyi. Hepimizin ortak değeri O. Öbür türlü olduğu zaman zıt gruplaşmalar oluyor. Böyle olduğu zamanda toplumda O’nu sevip sayan ve O’na karşı nefret besleyen iki ayrı grup ortaya çıkıyor. Oysaki Allah’ın(c.c) izniyle bir milleti küllerinden doğduran ve özgürlüğüne kavuşturan birisine bu adaletsizliği yapmaya ne hakkımız var?
Geçmişte olduğu gibi bugün de O’nu peygamber efendimizle (s.a.v.) veya herhangi bir kişiyle/şeyle karşı karşıya getirmek isteyenler, kıyaslama yapmaya kalkanlar, üstün veya alçak görmeye çalışanlar büyük bir yanlışın içindedir. Bu düşünce hastalıklı bir düşüncedir. Hiç şüphesiz ki ikisi de bizim kutsal bir değerimiz ve vazgeçilmezimizdir. Hele ki O’nun dinimize karşı olduğunu belirtenler, geçmişle bağımızı kopardığını ima edenler ve diktatör olduğunu söyleme cesareti bulanlar büyük bir iftira içindedir. O günkü şartlarda yapılanlarda hiçbir mantıksızlık görülmemektedir. Şöyle ki; dine karşı olan bir insan meclisi dualarla açtırır mıydı, geçmişle bağı koparmak isteyen Türk Tarih Kurumu veya Türk Dil Kurumunu kurdurur muydu ve en önemlisi diktatör olmak isteyen demokrasiye dayalı yeni bir rejimle devlet kurar mıydı? Açıkçası hemen hemen her ifadesinde milleti el üstünde tutan, övgülerle bahseden, en önemlisi de bugünlere ulaşmamıza vesile olan birisi için bu açıklamaları hala yapıyor olmak bile utanç verici.
Yine bildiğiniz gibi O, bir din adamı değildi. Askerdi, öğretmendi, kahramandı, beklenendi, özlenendi, unutulmayandı, vatanın babası milletin ta kendisiydi. Kısacası O, her şeyden önce fikir adamıydı. İşte bu yüzden onu yaşam tarzıyla değerlendirmek yerine vatan için ortaya koyduğu fikirleriyle ve yaptıklarıyla hatırlamak gerekir. Neticede herkesin ibadeti kendisine değil midir? Belki de yaptığı devrimler olmasa ibadeti bırakalım dinimizi bile kaybedecektik. Yine kimin içki içtiği bir başkasını ne ilgilendiriyor? Günah kutsal kitabımızda yapılmaması istenilen davranışları yapanı kapsamıyor mu? Bu düşüncelerden hareketle “saygı” kavramının önemini ortaya çıkararak vatanı ve milleti parçalanmaya götürecek herhangi bir durum dışında bilhassa kendi görüşümüze uygun olmayan her düşünceye ve harekete “sadece saygı” duymamız gerektiği ifade etmek istiyorum.
Bugün günlerden Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Saatler gün boyu 9.05’te takılı. Kalpler Ankara’da atılı. Kulaklarımızda en sevdiği şarkılar… Şimdi, sen rahat uyu Atam! Yine gözyaşlarıyla suladık bugün Anıtkabir’i, kalpten. Denizler yükseldi; doğudan batıya, kuzeyden güneye su bastı memleketini. Şimdi, sen rahat uyu Paşam! Yine aklımızda yol göstericiliğinle yaşadık bugün seni; özlemle, minnetle, bağrı yanık. Sirenler çaldı; gencinden yaşlısına, hastasından gazisine alev aldı memleketini. Yine de sen korkma Atam, rahat uyu; emanetin aklımızda! Kalbimizde değil ruhumuzda yaşıyorsun, ilelebet!